DİL VE DİN
(Kültür yapıcı olarak Dil ve Din)
Sahip çıkılması gereken kültürümüzün temel taşları, dildir ve dindir, hangisi önemli ben birincisinin sen ikincisinin önemli olduğunu söyle ikimizde yanılıyoruz ikisi de birbirinden önemli hangisinden vazgeçebiliriz sanırım ikisinden birinden vazgeçmek kendimizden vazgeçmek gibidir. Kendimiz olamadığımızda kim olabiliriz ki, hiç düşündünüz mü? Ama asıl olan anlamaksa dini anlamanın da yolu dilden geçmektedir. Kendimizden vazgeçebilirsek birinden de vazgeçebiliriz, siz kendinizden vazgeçebilir misiniz? Bunu ne için yaparsınız, ülkeniz ve devletiniz için mi? Birçoğunuzdan evetler duyar gibi oluyorum. Ama kültürünüz yoksa devletiniz yıkılmaya mahkûmdur.
Değerin yoksa kültürün yoktur, kültürün yoksa hukukun yoktur, hukukun yoksa adaletin yoktur, adaletin yoksa hiçbir şeyin yoktur. Fikri Adil
KÜLTÜR YAPICI DEĞER OLARAK DİL
Sözün gücünü herkes bilir, kalemin kılıca üstün geldiğini de, tatlı sözün yılanı deliğinden çıkardığını da, iyi söz söyleyebilmemiz için dilimizin kuvvetli olması gerekir. Bu kuvvet kelime sayımızla beraber bunları kullanma becerisi de diyebileceğimiz edebiyat ve iletişim kanallarında iletişimi kendi dilimizin değerleri olan kelimelerle yapılmasıyla ortay çıkacak bir kuvvettir. Bizim dilimizde bu potansiyel var, ama bu potansiyeli atalete düşürürsek suç dilde değil bizdedir. Atalete düşürdüğümüzde kültürel kaynaklarımızda tehlikeye düşer, kaynaksızlıktan ziyade uzak duruş ve yabancı kültür kaynak hayranlığı bizim kültürel kaynaklarımızı atalete düşürmek üzeredir. Kaynaksız kültürler zayıflayarak yok olmaya mahkumdurlar. Oysaki Türk kültürü neredeyse Dünya tarihi ile anılan bir kültürdür. Bu kültüre sahip çıkmak bu kültürün temsilcileri bizlerin görevidir.
Kültürünüz varsa devletiniz yıkılsa da yenisini kurarsınız Osmanlıdan sonra cumhuriyetin kurulması gibi. O zaman kültür yapıcılar olarak ilk dili, ikinci olarak dini ve devamında da felsefi düşünme yöntemlerini önemsemeliyiz. Bu yazımızda iki kültürel değerden bahsedeceğiz dil ve din. Bunların yanı sıra eğitimde bizim millet olma ve toplumsallaşmamıza neden olan değerlerdendir. Ayrıca hep denir söz uçar yazı kalır diye, biz bundan 50-60 yıl önce yazılanları bile zor anlayabiliyoruz. Sebebi sık sık alfabe değiştiren bir millet olmuşuz, yazının değişmesi demek, yazının da uçması demektir. Söz uçar, ya yazı da uçarsa o zaman kültürel aktarımı nasıl yapacağız ve nitekim yapamamış ve kültürel kopmalar yaşamışız. Ne sözümüzü ne de yazımızı uçurmayalım, gelecek kuşaklara aktarmak için kültürümüzü bunlara sıkı sıkıya sarılalım. Eki alfabeye dönmenin mümkün olmadığı ortada, o zaman ki alfabe ve dille yazılmış bütün eserler yeniden sadeleştirilerek günümüz dili ile yazılmalıdır. Bu yapılamazsa bu eserler kaynak alınarak aynı inanç ve düşünce üzere günümüz dili ile anlaşılır bir şekilde yazılmalıdır. Böylece İnancımıza ve dilimize sahip çıkmış oluruz.
Dil milletlerin barınağı, din vicdanıdır. Fikri Adil
Buradan yola çıkarak eğitimin bizim kültürümüzü iyi yansıtması, eğitilen kişilerde Türk Kültürünün tarihle başlamış ve yazılı tarih öncesine kazılarla, arkeologlar tarafından aydınlatılmaya çalışılmaktadır. Bu aydınlatmalar bizim kültürel derinliğimizi birikimi göstermektedir. Bu birikimin kaynağından neden yararlanılmaz ki?
Dil bir topluluğun beyninin içindeki hafızadır, çünkü dil ve sözcük aracılığıyla düşünürüz. Toplumsal ve zihinsel kalemiz dilimizdir. Bütün toplumsal hayatta onunla iletişim kurarız. Saygımızı, sevgimizi, kızgınlığımızı onunla dile getiririz. Neşelenir, eğlenir onunla türkü çağırırız, dilimiz bizim ifade aracımızdır. Bu aracı önemsemek durumundayız. Çünkü kelimeler düşünce düzeneğidir,iyi düşünebilmek için kelime sayımız çok olmalıdır. Zihinsel faaliyetleri kelimeler yapar, biz bilgileri zihnimize kelimeler yani dil üzere alırız. Geri çağırma yine kelimelerle olur. Bu nedenle dil toplumun, kişinin hafızasıdır.
Bütün bunların yanı sıra kültürümüzün bize aktarılmasında dil sözcük olarak, alfabe yazı olarak önemlidir. Dilin temeli ise sözdür, sestir yazın sanatımızın temelinde dilin gücüyle oluşur. Romanlar, hikâyeler, sevgilerimizi anlatan şiirler hep dille ortaya çıkar. Dil ve ona dayalı yazın hayatı bizim kültürümüzün can damarlarıdır. Bu can damarlarımızı açık tutmak, geliştirmek öncelikli görevlerimizdendir. Dil nasıl gelişir sorusunun cevabını dil uzmanlarımız vermektedir. Yeni durumlar karşısında yeni kelimelerle dilimiz gelişir. Biz ne yapıyoruz yeni durumları bırakın eski durumları ve dilimizle ifade edebilecek onlarca kelime varken yabancı dil biliyorum gösterisi içinde olsa gerek yabancı kelimelerle eski durumları ifadelendiriyoruz. Bununla yetinmiyor alfabeyi yabancı bir alfabe gibi ifade ediyoruz, yani n’ye en, g’ye ci, c’ye si gibi bizim alfabemizde olmayan ifadeleri günlük hayatımıza sokuyoruz. Bunu yapanlarda kültürlü olduklarını iddia ediyorlar. Bana kalırsa bu durum kendi kültüründen uzaklaşmış, kendisi olamayan ve bütün çabalarına rağmen başkası da olamayacak biraz ağır kaçacak ama kültürel bir piçlik içinde olanların halidir. Ne batılı olabilmiştir, ne de doğulu, batılı gibi yaşar, onun gibi içki içer, onun gibi kıyafet giyer, onun dinlediği müzikleri dinler, ama şunu unutur o kültür batılıyı vergi veren, işçilerinin emeğini hiç düşünmeden ödeyen, toplumsal kurallar olan yasalara harfiyen uyan bir vatandaş yapmıştır. Sen ben toplumsal sorumluluklarımızın ne kadarının farkındayız ne kadarını yerine getiriyoruz. Batılıya görev ve sorumluluk bilinci veren kültür bizde neden sadece tüketim kültürüne dönüşüyor. Hiç üzerinde düşündünüz mü? Dil ve eğitim onlara disiplin ve sorumluluk bilinci vermesin sakın.
Batı kültürünü ne yeriyor ne övüyor değilim, kendi manevi kültürel alt yapılarıyla maddi kültürel üst yapıyı inşa etmeyi başarmışlar kendilerini kutluyorum. Amma velâkin bizim ne manevi, nede maddi olarak gelişemiyoruz/ gelişemeyiz, çünkü biz taklitçiyiz. En iyi taklit bile edilen/eden olsak sonuçta taklittir. Hiç taklitle gerçeği bir olur mu?
Bizim gelişimizin önünde en büyük engel dil, kültür acısından güçlü olduğumuzun farkına vararak kendimize olan güveni tazelememiz gerekmektedir. Dilin yabancı kelimelerle, edebiyat, sinema, tiyatro gibi dilden sonra gelen ama bir o kadarda kültür yapıcısı ve aktarımı ve gelişmeyi sağlayan sanat alanında da bakıyorum durum dilden farksızdır. Bütün sanatsal alanlar conilerce, hanslarca, Süpermenlerce, spaeeymenlerce hymenlerce, kısacası yabancı kültürün bütün kaynaklarınca işgal edilmiştir. Artık neden fiziki işgal yok anladınız mı? Seni kendisine benzetti ama kendisine katmadı da ondan. Dilini bozdu, kahramanlarını kaybettirdi, onun gibi yaşam tarzını benimsetti, artık onlar gibi tüketiyorsun, onların ürettiğini tüketiyor, kullanıyorsun dikkat et bu yolda her ilerleyişin geri dönüşünü zorlaştırıyor. Geriye dön ve tarihine bak, ataların ne yapmış, dilini korumak töresini korumak için çok şey değil sende onu yap, kendi kültürünün değeri dile ve dine sahip çık yaşadığın alanlarda onlar da seni kurallarıyla yaşatsın.
Toplumsallığın temelinde insan ve kültürü vardır, Kültürün temelinde ise dil vardır. İnsan aldığı kültür gereği toplumsal hayatta bazı kurallar öğrenir ve ona göre yaşar. Bu kuralları da toplumsal değerlerinden alır, bu kurallar ortak kanaatler oluşmasına, bu kanaatlerin amaçlara dönüşmesine ve kişilerin toplumsallaşmasına ve toplumsal görevlerini yapmasına neden olurlar. Bunca çabaya rağmen, eğitim kurumlarının ve ailelerin çocuklarını eğitmek için harcadıkları, zaman, para, emek sanki hiç olmaktadır. Ne davranışlarımız ne de eğitim de kullandığımız temel veriler bizim kültürel değerlerimizden gelmemektedir. Bugün ülkemizdeki sorunların büyük bir bölümünün kaynağı ülkemizi milletimizi ileri götürecek kültürlü kişilerin olmamasıdır. Kültürün yaşanması örnek insanlarla olmaktadır, örnek insan sayımızı artırmalıyız. Bunun içindir ki bizim değerlerimizle kültür ortaya çıkarabilmek için aydınlarımızın bizim tarihimize, bizim değerlerimize dönmeleri, bu kaynaklardan alınacak yaşanılan kültürü ortaya çıkarmaları gerekmektedir. Şuan görülen o ki kültürel alanlar işgal edilmekte ve bizlerde sadece izleyici veya işgale iştirak edici olarak katılıyoruz. Dil meselesi işgalin bir parçasıdır, devamında din meselesi vardır, toplumların dengesini bozmak için iki ana unsuru dili ve dini bozmak gerektiğini bu bozulmayı özendirenler iyi biliyorlar.
KÜLTÜR YAPICI OLARAK DİN
Dil meselesinin yanı sıra din meselesinde de ne yazık ki milletimize yabancı gelen dini yorumlamalar da açık seçik hissedilen bir yabancılaşma vardır. Bu yabancılaşma iki taraflı olmaktadır, birinci tarafı halkın umursamaz kalışı, ikinci taraf ise dinin en fanatik yorumlarının hayata geçirilmeye çalışılmasıdır. İçki meselesinde bize söylenenleri buraya aktaracağım izninizle. İçki içen içki boğazından girdiği an iman boğazından çıkar. Bu nasıl cahillik ve biz buna inanmışız, belki de inanmaya devam edenler vardır. İmanın inanmakla gireceğini inanmamakla da çıkacağını bile bile bize ve içki içenlere yaşatılan imansızlık hissiyatının vebalini kim çekecektir. Aynı şey cünüplüde de geçerlidir. İçtiğin su, yediğin lokma, aldığın hava, bastığın toprak öbür dünyada senden davacı olacak diyerek kuranın acık seçik ayetlerine rağmen bu yorumlar halka yıllardır doğru diye anlatılmıştır. Böylece dini yabancılaşma başlamış, bu yabancılaşma sanki dinle aramıza bir duvar örmüş, bu duvara fanatik dini yorumlarda ciddi katkılar sunmuştur. Duvarları yıkarak toplum dinini kültürünün içine adeta zikredilmelidir. Bu yabancılaşma bizim okumamamızla alakalı olduğu gibi, kendi Aydınlarımızın bizim değerlerimizle düşünmemesinden ve düşünce üretememesinden de kaynaklanmaktadır. İletişim ve ifade, kültürel aktarım için dilin ve dinin önemi ortada, kültürün diğer inşaatçıları ise eğitim, felsefi düşünüş ve gelenektir. Bu nedenle kültür yapıcılar dediğimiz dil ve din dikkat edilerek yorumlanması gelişmesi, yaşanması, hal haline getirilmesi toplumsallaşmanın gerekliliğidir.
Türkiye de bugün batı dillerini bilen, batılı ölçülerle eğitim almış mesleğinde başarılar sağlamış binlerce insanımız vardır. Fakat bunların pek azı Türk milletinin diline, dinine, edebiyatına, musikisine, mimarisine ilgi duymaktadır. Bundan dolayıdır ki, Türk milletini anlamalarına ve sorunlarına çözüm üretmelerine imkân yoktur. Mehmet Kaplan-Kültür ve Dil
Din; ALLAH inancıyla, kötülüklerden vazgeçip, iyilik yapmaktır; Tanrıdan geldiğine inanılan emirlerin yaşanılmaya çalışılmasıdır. Bu nedenle bu emirler katidir, tartışılmaya kapalıdır. Ama yorumlamaya açıktır, yorumlamalar sonucu mezhepler ortaya çıkmış ve böylece inanç grupları oluşmuştur. Herkes kendi grubunun iyiliğinden bahseder, öyle düşünür. Bu kutsal görevler en küçüğü yoldaki bir engeli kaldırmakla başlar, en büyüğü şehitlikle biter. Bu kutsal görevler hayatı kolaylaştırmak, vatan savunmasında yer almak, toplumsal fitneleri engellemek, ekonomik, sosyal adaletsizliklerle mücadele etmek diye sayabiliriz. Din en büyük zulmün adaletsizlik olduğunu hükmetmiştir, bir inanan olarak bizim görevimiz her türlü adaletsiz ve ahlaksızlıkla mücadele etmektir. Bir inançlı olarak görevin kutsal, bu sadece vatanı, dili, koruma görevi de değildir, bir anlamda da kapitalist hırstan Dünyayı koruma görevidir aslında inançlı olmak. Senin dilin güçlü olduğu kadar dinin de diğer dinlerle kıyaslandığında güçlü, çünkü senin dinin son emir, çünkü önceki emirlerin bozulan bölümlerini askıya almıştır. İstinasız bütün toplumları, kültürleri ve medeniyetleri din etkilemiştir. Ayrıca dinler insan ruhunun en derinliklerinde ki soruların cevabını vererek onların bilinmezlerini bilinen yaparak inanmaları böylece öbür dünya tasviri, iyiliklerin sonucu ödül cennet, kötülüklerin sonucu ceza cehennem olgularıyla toplumsallaşmaya ve kültüre ciddi katkılar sunmaktadır din. İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İhtiyacı olanla, yolda kalmışla, öksüz ve yetimle, akrabayla paylaş. İçinde yaşadığımız toplumu sevmeyi öneriyor, birbirimizi sevmenin toplumsallaşmaya ve kültüre katkısını hiç düşündünüz mü, dinin gücü ve kültüre katkısı işte bu nedenlerle çok önemlidir. Paylaşma kültürü inşa etmesi de toplumsal hayata çok şeyler katmaktadır. Bu nedenle din olgusunu iyi bilmemiz, anlamamız, yaşamız lazımdır. Yaşadığımız bölge Anadolu onlarca medeniyete, dini mesajlara beşiklik etmiştir. Bu kültür mozaiği olan coğrafyada en son biz yerleşmişiz ve bu birikimin mirasçılarıyız. Bu bilinçle olayları değerlendirmeliyiz. Burada yaşanan belli başlı bütün kültürlerden az veya çok bir şeyler almış, bize katkıları olmuştur. Dinlerden biri çalmayacaksın der, öbürü onun devamıdır, onaylar, diğeri zina yapmayacaksın der, diğeri onaylar, yalan söylemeyeceksin der hepsi hem fikirdir. Başkalarını sömürmeyeceksin der,(kul hakkı yemeyeceksin) bu uyarılar kültür yapıcı olarak düşünüldüğüne hafife alınacak uyarılar değildir. Neden hafife alıyoruz hiç düşündünüz mü?
Sen kültürlerin temeli Anadolu’da yaşıyorsun, sana Bizans’ın katkısı kadar, Roma’nın da, Mezopotamya’nın da, Farsın, Arap’ın da, Çinin’de katkısı olmuş. Sen bir Dünya kültür harmanısın sen başkasına değil başkası sana öykünmeli özenmelidir. Evrensel kültürlerin birçoğunun kaynağı buradır, sen evrenselliğe en yakın kültürün sahibisin diyemiyorum sahip çıkarsan olacaksın. Bu nedenle başka toplulukları bilmem ama sen diline, dinine kültürel değerlerine başkasından daha çok dikkat etmelisin. Aydınlarımızın bir batılıdan daha çok batıya ve kültürüne hizmet ettiğine tanık olmaktayım, yazdıkları bütün makalelerde olsun hikâyelerde olsun, batı kültürel kaynaklarından yararlanmaktadırlar. Bunun nedeni muhtemelen, dinden ve dilden uzaklaşarak kendi kültürel değerlere yabancılaşmadır. Aydınlarını kaybeden toplum aklını, Hafızasını kaybetmiş demektir. Halk aydınları takip edecekken aydınların batı havası çaldıklarını görmüş kendi kültürünü ve değerlerini kendisi koruma telaşıyla değişiminde önünü tıkama pahasına koruyacaklarını da korunmayacakları da korumuştur. Halk kendi kültürel değerlerini korurken aydınların buna bazı istisnalar dışında katkısı olmamıştır. Hatta halkın değerleri ve halk küçük görülmüş onun kendi kültürel yaşam tarzı dışlanmış kendisi batılı yaşam tarzını kabul eden kültürlüyüm sanısına kapılanlar kendilerine çağdaş kendi değerleriyle yaşamaya çalışan halka da çağdışı diyebilmişlerdir. Bu tabir tam leblebinin nohudu beğenmemesine bir örnektir. Hikâye de leblebi bazı işlemlerle nohutluktan kurtulur, döner bakar nohuda bu ne hal der. Nohut da ben senin önceki halinim sen benim sonramsın der. Bu leblebiler öyle hareketler yaparlar ki, evlere şenliktir. Aslında orada nohudu dinlemiş olsalar çok şey anlayacaklar. Aydın aslında halkın ilerlemiş halidir, her konuda halkı aydınlatma görevi vardır. Aydın öncüdür, karşılaşılacak sosyal sorunları önceden görerek önlem alınmasını, çözüm üretilmesini sağlayarak toplumun güvenini bu nedenle kazanır. Bizde aydınlarımızın toplumla, toplumun kültürüyle ilişkileri de zayıftır. Ama bizdeki aydınların büyük bir bölümü, kendi kültürünü önemsemediğinden kültürel bir boşluk içinde şeklen aydındır, buna yarım aydın da diyebiliriz. Bunları şu aksanlarından tanırız.
N’ ye en diyen arkadaş seni bu toplumsallaştıramaz, seni bu toplum dinlemez, bütün Tiyatrolarında oyunlarında, sinemalarında filmlerinde yabancı senaryo ve oyunlar filmler oynuyorsa kültürel işgal altındayız demektir. Dilin yabancı kelimelerle, sinemaların yabancı filmlerle, tiyatroların yabancı oyunlarla, pazarların yabancı mallarla işgal edilmişse, esnafların dükkanları shop olduysa ki öyle görünüyor, vakit uyanma vaktidir. İlk vereceğin tepki N’ye en dememektir, çokça çaba gerektirmiyor bak. İkinci yapacağın şey nedir? Biraz düşün bulursun.
Buldum; Bana göre ikinci yapacağımız şey kendi manevi değerlerimizle, kendi maddi değerlerimizin üretilmesine neden olmaktır. Nasıl yani, araba ihtiyacın mı var öyle görünüyor, o zaman üretmende zaruri, maddi varlıkların artmasının yanı sıra albea, brodvey, palio, vetra, polo gibi sözcüklerinde Erkut traktörlerinin yaptığı gibi, servete, berekete dönüşmesi demektir. Yani üretmek icat etmek demek o ürettiğin şeyin isim verme hakkına sahip olmak demektir. Mesela Arçelik, Trksel, Erkut Vestel, Petlas, Ülker, Eti ve Tarım hayvancılık alanlarında olduğu gibi bizim için üreten üreticilerimizin ürettiği bizim öncelikli tercihimiz olmalı değil mi? Dil derken bak nereye geldik, ekonomiye, her şey bir birini destekler veya her şey birbirini köstekler. Kültürel birlik içinde olan toplulukların amacı birdir, ülkelerinde daha iyi ve mutlu yaşamaktır.
Şimdi bize bakalım, dil meselesinde kimimiz yabancı kelimelerin dilin zenginliği olduğunu iddia eder, kimimiz dili bozan unsur, bana kalırsa yerleşik kelimelere eyvallah, bundan sonra gelenlere dur bakalım arkadaş senin karşıladığın anlamı burada karşılayan bir kelime var diyebilmek önemlidir. Din meselesinde dinin toplumsal hayata bakış meselesinde, dinin kadın haklarına bakış meselesinde hep erkek egemen bakış acısı ve yorum egemen kılınmış ve bu kutsanarak eleştiri ve yeni yorumlarında önü kapatılmıştır. Yeni yorumlayanlardan bazıları da sanki yeni bir içtihat yapıyorlar edasına girmişler ve yapacakları olumlu katkı yerine ortamın yeni yorumlara kapanmasına neden olunmasına hizmet etmeye başlamışlardır. Bir yeni kelime olsun bir yeni söylem olsun, ya eskisiyle örtüşür, onun devamı olur, ya eskisiyle çatışır onu kaldırmaktır amacı, ya da eskisinin dönüşmesi için eskiyle uyum içinde olur, onu yeniler, değiştirmez. Hele bu din gibi dil gibi toplumsal kültürün temel ölçütleriyse yeniden yorumlama işinde kılı kırk yaran şekilde hareket edilmelidir, bunu bütün toplumbilimciler bilir. Değişimden yana olanlar bile hızlı değişimlerin toplumsal yaşam tarzlarını ve kültüre özümsenemediği ve bir haliyle eskiyle çatışmanın dozunun olması gerekenden daha yüksek olacağı ve olduğu yaşıyor ve görüyoruz. Bunun çözümü ister dile yeni giren sözcüklerin ve isterseniz dine getirilen yeni yorumların rastgele geçmişte yapılan yorumlarla, şuan yaşanılanlarla, gelecekte karşılaşılacak durumlarla uzmanlar tarafından karşılaştırmalı değerlendirilmeden ne kelime nede yeni yorumlar asla kabul edilmemelidir. Böylece yeni durumlarla karşılaşılan dilimizde dinimizde kendi özgünlüğünden kopmadan yeniliğe/yeniye acık ama erozyona kapalı olur.
Dinde dilde toplumsal kültürün inşasında önemli yer tutarlar, bu dil acısından aktarma, eğitim, öğretim, din açısından Allah bilinci ve ilahi yargılamanın varlığıyla kötü iş sayılan günahlardan ve haramlardan uzak duruşa, dil acısından ise bize geleneksel değerlerin aktarımının yanı sıra hayatı yorumlamamızın nedeni olan fen bilimleri ve dini bilgileri yine kendi dilimiz aracılığıyla yaparız. Bunu ne kadar kendimizce yaparsak biz o kadar kendimiz oluruz, devamında ise kendimiz kalırız.
Biz kendimiz olmak ve kalmak istiyor muyuz, ben istiyorum ve onun için sizlerle bu düşüncelerimi paylaşıyor, bu alandaki eksikliklerimizin farkına varalım diyorum. Öncelikle yabancı kelimelerden vazgeçelim bunu karşılayan kendi dilimizin kelimelerini kullanalım. İkinci durumda ise dinimizi öncelikle kaynağı kuranı okuyarak öğrenmeye ve bilgilenmeye başlayalım. Din bizde vicdan oluştururken dil bu vicdanın algılanması demektir. Dilin diğer görevi ise bilim yapmak için ihtiyaç duyulan bilgileri algılamamıza ve bizim hafızamız da kalıcı olmasına neden olmaktadır. Bilim yapılan alanlarda dilimizin hali daha da perişandır. Bir alan secin bilim insanı o alandaki bilgileri edinmenin zorluğu yanı sıra en az 500 ile 1000 arası yabancı bilimsel terimlerde öğrenmek zorundadır. Bu iki zorlukla başa çıkmaya çalışan bu insanlarımız mevcut bilgileri öğrenmeye çalışırken kendisine yabancı gelen terimler ve bilgileri neredeyse es geçmektedirler. Bu alandaki eksiklikler TDK tarafından bir an önce çözülmelidir.
Eğitimin yabancı dille yapılması bu kavram sorununu çözemez, aynı dinde olduğu gibi yabancı bir dille yapılan ibadetinde, dini bilgilerimizin kaynağı olan kuranın okunması da bize vermesi gereken bilgilerin sonucu oluşacak olgunluğu ve bilgi birikimini sağlayamamaktadır. Bileğisizlikle bilim olmayacağına göre, anlayamamakla uygulanılacak dini kurallarda olmaz. İbadetlerimizi geleneksel bir şekilde yapalım, ama ettiğimiz her duayı ya Türkçe, yapalım ya da anlamlarını öğrenelim.
Dilsiz, hem dinsiz hem de bilimsiz kalırız. Fikri Adil Kendi dilimizle gelmeyen mesajları toplumumuz anlayamamaktadır. Anlaşılamayan din uygulanamaz da, uygulayabilmek için anlamamız gerekmektedir.
Dil fen bilimlerinde bilgiye ulaştırırken din alanında da dinin emirlerinin anlaşılmasına ve algılanmasına ulaştırır bizi anlayamadığımız emirden sorumlu olduğumuzu da anlayamayız. Bilimsel gelişmenin temeli bililerse ve biz bunları yabancı dille öğrenmeye çalışırsak bu çalışmalarımız sonucunda zorlanarak da olsa edindiğimiz yabancı kelimelerle bilgileri yeni durumlar çıkarabilmek için yorumlama işini yine kendi dilimizle yapacağımızdan bu yapacağımız iş iki kere zorlaşmaktadır. Yani sol kulağımızı sağ elimizle göstermek gibi bir durumdur bu, Allah kolaylık versin. Bilimsel güdüklüğümüz bu dil meselesinden olmasın sakın. Yabancı bir dille eğitim değil mesele yabancı terimlerde algılamayı zorlaştırmakta, algı zorluğu yaşayanların yorumlamayı yapmalarının da önü tıkanmaktadır.
Dil kale demiştik, toplumun zihni demiştik, bu kaleyi korumak gerektiğinden bahsetmiştik, zihinsiz bırakın millet olmayı insan olmanın zorluğunu düşünebiliyoruz sanırım. Bu düşünme eylemini genişletelim, ülkemizin neden sorunlarını aşmakta zorlandığının üzerinde duralım.
Üniversitelerimiz dahil olmak üzere bilimsel alanlarda faaliyetlerimiz Dünya ölçeğinde değerlendirdiğimizde olmamız gereken yerde olmadığımızı görüyoruz. Nedenini niye sorgulamıyoruz? Bunu sokakta ki Ahmet emmi yapmayacak, bilimle ilgili bakanlık, üniversite, bilim kurumları yapacak alınacak kararlar ülkemizin özgün durumu değerlendirilmesi sonucu alınmalıdır.
Anlam verebilme ve ifade edebilme aracımız dil, dinde dahil bilgiyi ve kültürü aktaran, bu aktarımla bizim biz olarak yaşamamıza neden olan en önemli toplumsal değerdir, bu değerlerimizin bilinciyle yaşamaya sahip çıkalım önerisiyle hepinize sevgi ve selamlarımla hoşça kalın derim…
Bu iki konuda sözlükler ne diyor.
TDK Büyük Türkçe sözlük:
Din ; Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet
Diyanet ; Din kurallarına tam bağlı olma durumu.
İbadet: Bir dinin buyruklarını yerine getirme
Farz: Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan ibadet, Yapmak zorunda kalınan şey, boyun borcu.
Sünnet: Hz. Muhammed'in Müslümanlarca uyulması gerekli sayılan davranışları ve herhangi bir konuda söylemiş olduğu söz. 2. Erkek çocukta, erkeklik organının ucundaki derinin çepeçevre kesilmesi.
Hadis, Hz. Muhammed'in söz ve davranışlarıdır.
tevhit, Allah'ın birliğine inanma, bir sayma, bir olarak bakma, Tek tanrıcılık, Divan edebiyatında Allah'ı övmek için yazılan manzume, Birkaç şeyi bir araya getirme, birleştirme.
Allah, Kâinatta var olan her şeyi yaratan, koruyan, tek ve yüce varlık, Tanrı.
DİL
dil a. 1. Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ, tat alma organı: “Ağzımı dolduran kocaman dil, kelimelere yer bırakmıyor ki...” -Y. Z. Ortaç. 2. Birçok aletin uzun, yassı ve çoğu hareketli bölümleri: Terazi dili. 3. Büyükbaş hayvanların haşlanıp pişirildikten sonra yenebilen dili: “Birkaç dilim ekmek, ince bir iki dilim peynir veya dil, bazen de haşlanmış bir sebze yemeği.” -S. F. Abasıyanık. 4. Ayakkabı bağlarının ayağı rahatsız etmemesini sağlayan ve bağ altına rastlayan saya parçası. 5. coğ. Kıstak. 6. den. Makaraların ve bastikaların içine yerleştirilmiş olan, üzerinden geçirilen halatı istenilen yöne çevirmeye yarayan, çevresi oluklu, küçük döner tekerlek: İki dilli makara. 7. müz. Bazı üflemeli çalgılarda titreşerek ses çıkaran ince metal yaprak. 8. hlk. Anahtar.
Lisan, Dil, ağız
Hitabet, Etkili söz söyleme sanatı.
Ses. 1. Kulağın duyabildiği titreşim, seda, ün: “Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu.” -F. R. Atay. 2. dil b. Akciğerlerden gelen havanın ses yolunda oluşturduğu titreşim: “Mustafa sesimdeki alaycı tınıdan kuşkulandı.” -A. Ümit. 3. mec. Duygu ve düşünce: “Gençliğin sesini duyuran başka bir dergide ...” -Y. Z. Ortaç. 4. mec. Herhangi bir davranış, tutum karşısında uyanan ruhsal tepki: Vicdanın sesi. Aklın sesi. 5. müz. Aralarında uyum bulunan titreşimler.
İfade:1. Anlatım: “Bu kitabın bende hazin bir intiba bıraktığını söylersem yanlış bir ifadede bulunmamış olurum.” -A. H. Çelebi. 2. Deyiş, söyleyiş: “Not ettiklerimi bir ağzın ifadesi şekline sokarak size okutacağım.” -S. M. Alus. 3. Bir duyguyu yüz aracılığıyla anlatan belirtilerin, mimiklerin bütünü: “Sakalı yeni çıkmış yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu.” -S. F. Abasıyanık. 4. huk. Tanık ve sanıkların olay hakkında yargı organlarına yaptıkları sözlü açıklama: “Onun ifadesini henüz dosyada görmedim.” -A. İlhan. 5. fel. Dışa vurum.
hars Ar. §ar²
a. esk. 1. Tarla sürme. 2. Kültür.
ekin
a. 1. Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya kadar aldığı durum: “Yağmur vaktinde ve yeterince yağmalı; ekinlere kına, pancarlara kurt düşmemeli.” -T. Buğra. 2. Kültür, hars.
düşünce 1. Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik, mütalaa, fikir, ide, idea: “Anlaşmazlıklarda aracılığına, zor durumlarda düşüncesine başvurulur.” -T. Buğra. 2. Dış dünyanın insan zihnine yansıması. 3. Niyet, tasarı. 4. mec. Tasa, kaygı, sıkıntı: Sınıfta kalma düşüncesi uykumu kaçırdı. 5. fel. İlke, yönetici sav.
Akıl: Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us. 2. Öğüt, salık verilen yol: Bu aklı size kim verdi. 3. Düşünce, kanı: “Şimdiki aklım olsaydı bu dükkânın yerine aç bir kahve!” -A. K. Tecer. 4. ruh b. Bellek: “Hâlâ aklımda o tufan yağmuru.” -C. S. Tarancı.
söz :a. 1. Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil. 2. Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük. 3. Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi: “Yer yer birçok türküde rastladığımız beylik sözler de vardı içinde.” -B. R. Eyuboğlu. 4. Kesinlik kazanmayan haber, söylenti: Ortalıkta bir söz dolaşıyor. 5. Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme: O, sözünde duran bir adamdır. 6. Müzik parçalarının yazılı metni, güfte: Şarkının sözleri çok anlamlı.
lafız, -fzı a. (l ince okunur) esk. 1. Söz, kelime: “Lafız ve mana, tıpkı eskisi gibi birbirinden ayrı telakki ediliyor.” -Y. K. Beyatlı. 2. huk. Yasanın sözle anlatmak, bildirmek istediği anlam.
söylemek (-i) 1. Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak: “Bu konak için de yine senelerden beri aynı şeyi söylerim.” -R. N. Güntekin. 2. Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak: “Hececiler kendilerinden sonra yeni bir edebî neslin yetişmediğini söylüyorlar.” -S. F. Abasıyanık. 3. Yapılmasını istemek. 4. (nsz) Türkü, şarkı vb. okumak: “Kanto söyler gibi hareketler ve taklitlerle söylediği şarkılar pek eğlenceli şeylerdi.” -R. N. Güntekin. 5. (nsz) Yazmak, düzmek: Şiir söylemek. 6. (-e) Haber vermek: “Benim burada nasıl yaşadığımı görenler gidip babama da söylerler.” -A. Ş. Hisar. 7. (-i, -e) Önceden bildirmek, tahmin etmek: “Bir değil iki tane olduğunu size söylemiştim.” -R. H. Karay. 8. mec. Sipariş etmek. 9. (nsz) mec. Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak: “Ne söyler bu türküler / Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler” -N. Cumalı.
kelime Ar. kelime
a. Anlamlı ses veya ses birliği, söz, sözcük: “Tayyare kelimesine alışan millet, uçak kelimesine de alışır.” -O. V. Kanık.
b. hece a. db. 1. Bir solukta çıkarılan ses veya ses birliği, seslem: Okumak sözünde üç hece vardır. 2. ed. Hece ölçüsü: “Oyunlar aruz ve hece olmak üzere iki kesime ayrılmıştı.” -M. And
|