TEMEL SORUN!!
(Rönesans’ı Dışlamak mı? Bu ateşi Coğrafyamızda Yakamamak mı?)
Rönesans, Kilisenin ve derebeyliğin dayatmalarına karşı entelektüellerle, yeni sermeye grubu olan burjuvazinin tepkisiyle oluşan ve 1789 Devrimiyle sonuçlanan, sonrasın da sürekli olarak da yenilenen bir insani aydınlanma hareketidir… Bunu yapabilen toplumlar sanatta, bilim de, teknoloji de, teknik de, siyasette, sanayide, toplam da üretim de, kültürde gelişmiştir… Örneğin dünyada bu gelişmeler olurken, siyasal özgürlüklerin önü açılırken, yönetimler seçimle gelip giderken, yönetim yargı, muhalefet ve medya, entelektüel eleştiri ile denetlenirken bizde tersi olmuştur desek yeridir…
Kısacası sanatsal faaliyetler, felsefe yasak, bilimsel faaliyetler neredeyse sadece din öğrenme seviyesin de buda sosyal bilim sayılır ki fiziki bilimlere etkisi dolaylı hatta cüzzi katkılar sunacağı hesaplanamamıştır… Aydınlanma yoksa, Ortaçağ Devem edecektir, biz ve İran, sonraları Malezya biraz bu kısır döngüyü kırabilen bir iki toplum dışında Müslümanlar olarak aydınlanmaya, Rönesans’a uzak kaldık… Aklı sadece dini anlamak, onu da dini düşünceyi geçmişte anlaşılanları anlamak için kullanmak… İktidarların buyruğuna uyacak şekil de özgürlükleri sınırlandırarak ve sonuç da şuan ki bilimsel etkisizlik ve bilime katkı sunamayan toplumlar olmuşuzdur… Örnegin, 900 adet evrensel bilgiyi içeren kitabı çeviren, Harezmi, Farabi, İbn-i Sina, yetişmesine neden olan Bağdat Dar-ül Hikma Aydınlanma geleneği devam etmeseydi… İbn-i Rüşd, İbn-i Tfeyl gibi filozofların yetişmiş olduğu Endülüs Müslümanlarının yaktığı aydınlanma ateşinin aydınlığı devam etseydi genel de Müslümanlar, özel de biz Türkler bilimsel seviyede, devamında teknolojik ve ekonomik seviyede nerede olurduk? Hiç düşündük mü? Düşünmezsek sonuçla ilgileniriz, siyasal, dini sorumluları da entelektüel eleştirme geleneğimiz olmadığı için de sürekli sorumluyu dışarda ve kaderde ararız/aramışızdır… Yanlış bir arayıştır, artık bunu bilebiliyoruz değil mi?
Bu kısır döngüyü kırmaya çalışan aydınlanma meşalesini yakan ve devam ettirecek olan, siyasiler de, aydınlar da ya hapsedilmiş, yada öldürülmüştür… Sonuç lüzumsuz bir tutuculuk, bilimsel ve sanatsal gelişmeye kapalılık bizim evrensel bilgiye ve gelişmeye kapanmamıza neden olmuştur… Biz bunları okurken nasıl sağcı gibi, solcu gibi okuyabiliriz ki, artık bu kavramların yerine, sosyal adaletçi, sosyal demokrat, liberal, sosyalist, kapitalist gibi kavramlarla siyasal okumalar yapmalıyız… Yalnız dini, sanatı, bilimi, toplumu üst bir şemsiye olarak bir arada tutan kültürü, vatandaşlığı siyasal okumamaya çalışmalıyız… Okursak, yanlış okuma olur, doğru sosyal teşhisler çıkmaz, teşhis edilemeyen sosyal sorunlar kronik hal alır... Artık sorun bize yapışmış hatta bir parçamız olmuş olur ki… Akıl dışı bir yaklaşımla karşı grubu sorumlu ilan ederiz, buda yetmez nihilist bir yaklaşımla kader der sorunumuzu sevmeye bile başlarız… Sorunlara karşı dayanma mücadeleleri, sabırları öneren yayınlar çoğalır, oysa ki sorunu aşma mücadelesi içinde sabır ve disiplin, azim, sebat gerektiğini düşünemeyiz.. Sorun şurada düğümlenir, sorunun nedeni yönetimler eleştirilemezler, sorgulanamazlar, hatta kutsal sayılırlar… O zaman bütün suç bizdedir, hatta Allah bizi cezalandırmaktadır gibi, aslı astarı olmayan hatta Allah’a bile iftira atan duruma düşeriz ki… İşte gelinen noktada kaotik toplumlar ortaya çıkar… Bunu aşabilmek için Türkiye, İran demokrasi ve insan hakları konusunda daha da toplumsal özgürlükleri artırmalı, artırırken de yasaların otoritesini toplumda adaletli bir biçim de sağlamalıdır… Ancak böylece…
Bilimsel gelişmelere imza atarız, ancak böylece teknolojik gelişmeleri ekonomik refaha dönüştürebiliriz… Temel sorunumuz sanayileşememek ise, son 20 yıldır yaptığımız kamu binaların hangisi sanayi için yapılmış hangisi kamu çalışanlarının konforunu sağlama amaçlı lüks için yapılmıştır? Nüfusumuz artıyor, bilimsel çalışmalarımız, teknolojimiz, üretimimiz, gelirimiz aynı hızla artmazsa, birde olan geliri adaletsiz bir biçimde paylaşıyorsak… Üzülerek yazıyorum toplumsal sorunlar kaçınılmazdır… Bunun için daha planlı, daha disiplinli davranmalıyız ki gelecek iyi gelsin…
Örnegin 100 milyon olduğumuzda nasıl toplumumuzu besleriz, güvenlik tehlikeleri içten dıştan neler olabilir, nasıl toplumsal düzen korunabilir, bu tehlikeye karşı nasıl ülkemizi savunulabiliriz? Nüfus artış hızımız belli 2007 den 2017 ye kadar 10 yılda artış hızı %17,72 ile 69.496.513 den 11.314.012 artarak 80.810.825 olmuştur… 2017-2027 arası aynı hızla artmaya devam edersek 14.319.625 kişi daha artarak 95.130.450 olması bekleniyor… Biz buna göre temel sorunları aşacak toplumsal düzen kurmazsak, gelecek sorunlu gelir, gelmemesi için hepimizin çalışması dileğiyle… Selam ve Sevgilerimle…
Hüseyin Benek – 11.2.19 – vatandasfikri.com
Kaynaklar
-
Dogan Kuban HBT Herkese Bilim ve Teknoloji Dergisi 150 Sayısı
-
https://www.nufusu.com/ulke/turkiye-nufusu
|