|
|
|
Genç Yazarlarımız |
|
Reklam |
İMAN ETMEDİKCE CENNETE GİREMEZSİNİZ, BİRBİRİNİZİ DE SEVMEDİKCE İMAN ETMİŞ OLAMAZSINIZ!
H.z. Muhammed
Adrese Git |
|
|
|
İSTİKLAL MARŞI NEDEN YAZILIR? |
İSTİKLAL MARŞI NEDEN YAZILIR?
İstiklal Marşları Neden, Nasıl Yazılır?
Bu yazıda sonuçtan değil nedenlerden bahsedeceğim, çünkü sonuç okumaları duygusal okumalardır, sonucu etkilemez, hatta lüzumundan fazla duygu yüklü sonuç okumaları yaşanılanların analizini, yargısını engeller ders bile alamayız, işte bu nedenle okumaları akla dayalı yapmalıyız… Biz millet olarak neden istiklal marşı yazmak zorunda kaldık, sorunun cevabını akla sorduğumuz sorularla arayacağız.. Önce istiklal marşımızın şairinden bahsedelim, sonra neden istiklal marşı yazıldı ona cevap arayalım ne dersiniz?
Şimdi durup düşünelim, istiklal marşımız ne zaman ne için yazılmıştır, diğer ülkelerin istiklal marşları ne için yazılmıştır, istiklal marşımızı yazan şairimiz, M. Akif Ersoy, “Neden bir daha Allah bu millete istiklal marşı yazmayı nasip etmesin,” diye dua etmiştir? Bunlar üzerine düşünmek, hatta çok düşünmek zorundayız! O zaman İstiklal Marşımızın Kabul edildiği yıllara, hatta ondan daha da önceki yıllara dönelim bir bakalım mı? Milletimiz/yurttaşlarımız/vatandaşlarımız/ümmetdaşlarımız hangi ateş çemberinden geçmiş?
12 Mart 1921'de TBMM'de İstiklal Marşı olarak kabul edilmiş, Olan Şiirini Marşın Mehmet Akif Ersoy yazmış, bestesini de Osman Zeki Üngör yapmıştır, iki üstada da teşekkür ederiz… İstiklal Marşından bahsedilirken, nasıl Mehmet Akif den bahsedilirse, M. Akif den bahsedilirken de, onun şiirlerinin toplandığı Safahat’tan bahsedilemezse eksik söz söylenmiş olur… Safahat, 7 kitaptan oluşmaktadır, 1911 yılında yazdığı birinci bölümde Osmanlı toplumunun meşrutiyet dönemini yaşanılanlar bir şairin gözüyle yansıtılmıştır… 1912 yılında yazdığı “Süleymaniye Kürsüsünde” adlı ikinci kitapta, döneminin aydınlarını işlemiş… 1913’de Safahat’ın üçüncü bölümü olan “Halkın Sesleri”ni yazılmış… Dördüncü bölümü ise Fatih Kürsüsünde’yi yazmıştır. Ardından 1917 tarihli “Hatıralar” ve I. Dünya Savaşı hakkında görüşlerinin yer aldığı 1924 tarihli “Asım”ı yazmış olup... Son ve yedinci bölüm olan Gölgeler”i 1933 yılında yazarak tamamlamış…
Şiirlerinin toplu olarak yer aldığı 7 kitaplık eserine “İstiklal Marşı”nı koymayarak bu eserini Türk Milleti’ne armağan etmiştir. Önceki devletimizle ilgili kısa kısa bilgiler verelim ki, istiklal marşının yazılışına adım adım nasıl gelindi görelim, yaşanılan toplumsal/kişisel olumsuz olaylar pat diye olmuyor bir nedeni, bir arka planı, bir ihmaller sonucu oluyor… Kısa Bir Tarih Hafızamız Olsun mu, Olsun tatbiki Neden İstiklal Marşı Yazılmış Ancak Böyle Anlayabiliriz..
Osmanlı Devleti’ni 1299-1600 tarihleri arasında beylikten alıp müesseseleşmiş bir imparatorluk haline gelmiştir..
Osmanlı, 1299-1579 tarihleri arasında kendi yeniçağını yaşarken ve kendi klasik dönemini yaratırken, Avrupa kendi Ortaçağının karanlığında yaşıyordu. Hal böyle iken, 16. yüzyılın sonlarından veya 17. yüzyılın başlarından itibaren tarihi süreç tersine işlemeye başlamış. Bunun sonucu Avrupa kendi Ortaçağından yeni bir alternatif çıkararak “fert-akıl-ilim hatta millet merkezli; ilim adamlarının, filozofların ve tüccarların” oluşturduğu yeni dinamik aktörleriyle yeniçağına girmiş… Osmanlı kendi sisteminden yeni alternatif ve yeni aktörler çıkaramadığından, eski sitemiyle ve asker sivil paşalar, kapıkulları ve ulema sınıfı gibi geleneksel aktörleriyle yoluna devam etmekte ısrar etmiş… Kendi Ortaçağını (Duraklama Devri) kendi hazırlamış bu kısır döngüden çıkamamıştır.
Avrupa Hümanizma, Rönesans ve Reform hareketleriyle içinde bulunduğu Ortaçağa alternatif olarak Yeniçağını ve yeni zihniyetini yaratmıştır. Bununla, dini inkâr etmeden dinin yanında aklı, kilisenin yerine üniversiteyi, ruhban sınıfı yerine filozofları ve bilim adamlarını ön plana çıkarmış. Devamın da, ferdin aklın-bilimin hürriyete ihtiyacı olduğunu görerek “hürriyetin” vazgeçilmez olduğunu görmüş. Hürriyetine kavuşan fert, akıl ilim vasıtasıyla tabiatla, maddi dünya ile toplumlarla temasa geçerek incelemeye ve bilgi üretmeye başladı. Dini alanla ilgilenmeyi teologlara, din adamlarına bırakmış, dini kişisel alan olarak kabul ederek bilim/teknik/teknoloji yolunda ciddi gelişmelere imza atamışlar..
Bunun sonucu Avrupa teknolojide özellikle askeri teknolojide, ilimde ilerleyerek güce-servete-bilgiye sahip olmuş, Osmanlı karşısında üstünlüğü ele geçirmiş… 1453-1683 tarihleri arasında Avrupa’nın yaptığı coğrafi keşiflerin ilmî buluşların ve yeni felsefî fikirlerin çokluğu nazarı dikkate alındığında bu gelişmeleri anlayabiliyoruz…
Osmanlı toprakları üzerinden geçen ticaret yollarının (İpek yolu) Okyanuslara kaymasıyla Osmanlı hazinesini ikinci önemli gelir kaynağından mahrum etmiş. Üçüncüsü, Amerika’dan kıymetli madenlerin (altın-gümüş) Avrupa’ya oradan da Osmanlı İmparatorluğu’na akışı devletin fiyat ve mali politikasını altüst etmiş… Bunun sonucu Osmanlı’nın ihraç malları ucuzlamış, büyük gelir kaybına yol açmış. Bu arada Avrupa mallarının rekabeti Osmanlı yerli sanayisinin çöküşünü hazırlamış... Özellikle Osmanlı Devleti’nin Avrupa’dan gelişmiş silah teknolojisini büyük miktarlarda para ödeyerek satın alması hazineye büyük, yük getirmiş.
Sonuçta kapıkullarında (asker-sivil paşalar), ulemada, bürokraside ulû’l-emre itaat azalmaya yüz tutmuş, Adalet mülkün temeli olmaktan fiilen çıkmış… Eğitim ise doğanın, varlığın gerçeğinden uzak nakli olarak devam etmiş, hatta olumsuz gelişmeleri dini öğretimden uzaklaştığımız için yaşadığımızı düşünerek daha çok nakli bilgi öğrenmeye koyulmuşlar…
Aynı dönem de Avrupa ise ilim ve bilgi üretmek için üniversiteler, enstitüler kurarken, Osmanlı, medreseleri yeni şartlara göre reforma tabi tutacağı yerde, onların bozulmaması olarak gördüğü sadece dini eğitimden, fenni eğitime geçememiş…
Artık medrese, daha evvel verilmiş doğruları-hakikatleri, ön yargıları akıl yoluyla teyit etmenin doğrulamanın ötesinde, yeni bir bilgi/fikir üretemez, keşif veya icat yapamaz duruma düşmüştür. Zira eğitim konusunu ve objesini tamamen metafizik dünyada-ahirette aramaya yönelmiş ve aklı kullanarak dünyevî ve beşerî meseleleri çözme işini, tabiatın kanunlarını keşfederek teknoloji yaratmayı, dolayısıyla maddi gücü ve refahı artıracak “alet yapma” metodunu ihmal etmiş... Bunun sonucu öğretilen nakli bilgiye dayalı zihniyet, Osmanlı aydınlarının düşüne dünyasına ve eğitimine hâkim olmuş ve yeni fikir, yeni bilgi, teknik, teknoloji üretiminin yapılabileceği akıl ve bilim çağına girilmesini engellemiş… Dünyada zihinsel devrimler yaşanırken, Osmanlının bu eğitim ve siyasetini yürütebilmesi, sürdürebilmesi imkânsızlığını görememişler.
Yeni bilgi ve düşünceye dayanan Avrupa, bütün kıtalarda olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun kapılarını zorlama ve imparatorluğun her yerine sızma imkânına sahip olmuş. Nitekim ticari mallarıyla, teknolojisiyle, fikirleriyle, sermayesiyle, okullarıyla, misyonerleriyle, konsoloslarıyla, tüccarlarıyla, kumpanyalarıyla, bankalarıyla Osmanlı ülkesine girmesi zor olmamıştır. Bu süreçte, İstanbul, İzmir, Selanik, Beyrut, Trabzon, Samsun gibi şehirler Avrupa emperyalizminin önemli giriş noktaları vazifesini görmüş.
Bunların yanı sıra Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu kapitülasyonlarla yarı sömürge haline getirmesi ve ekonomik yönden çökertmesidir. Bu sömürgeleştirme faaliyeti 19. yüzyılda hızlanmış ve 1918’e kadar devam etmiştir. Bizi istiklal marşımızın yazılışına götüren birkaç savaşa da bakalım mı?
Osmanlı Devleti Avusturya-Rusya karşısında mağlup olmaktan ve toprak kaybetmekten kurtulamadı. Nihayet 1768 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda aldığı mağlubiyet ve 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’yla ağır şartları kabul etmek zorunda kalınmış…
Bence Osmanlı şu olaylar üzerine resmen yıkılmıştır, 12 Aralık 1832 Mısır kuvvetlerinin Konya'da Osmanlı ordusunu yenmeleri sonucu… M. Ali Paşanın baskısıyla, Rusya ile Hünkar İskelesi Antlaşmasını 8 Temmuz 1833 yapmak zorunda kalan Osmanlının başkentine Rus donanması demir attı… Bundan sonra ne yapılırsa yapılsın ne farklı etnik yapıları, nede dini inanışları bir arada tutmak mümkün olmamış… Islahat hareketleri başlatılmış…
II. Mahmut ıslahat hareketlerini devam ettirmeye çalışmış, bunun yanında kendinden önceki padişahlar gibi geleneksel anlayışla yani otoriter bir tarzda disiplini sağlamaya çalışmış… Dolayısıyla ilk önce 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdı. Arkasından orduda, idarede, eğitimde, diplomaside bazı yenilikler yaptı ise de bu yaptıkları Osmanlıyı siyaseten ve iktisaden güçlü ve bağımsız hale getirmeye yetmemiş. Nitekim Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanını ve tehdidini engellemek için Rusya’nın daha sonra Rus tehlikesinden kurtulmak için de İngiltere’nin yardımına ve himayesine muhtaç duyulmuş…
İngiltere bu fırsat iyi değerlendirerek, Osmanlı İmparatorluğu’nu küresel ve liberal ekonomiye dâhil etmek için Bab-ı Ali’ye 1838 Ticaret Antlaşmasının kabul ettirmiş. Buna göre yed-i vahid (tekel) usulü kaldırıldı, ihracattan alınan vergi miktarı %12, ithalat vergisi ise%3 olarak tespit edilmiş. Böylece zaten az olan üretim hepten bitmiş, bitirilmiştir… Bu şekilde ekonomide liberalleşme ile imparatorluk toprakları açık pazar haline getirilerek, sömürgeleştirme sürecine sokulmuş. Bu süreçte yerli sanayi ve esnaf yok edildi, devlet ise borçlanmak mecburiyetinde kalmış. Söz konusu ticaret anlaşmasıyla İngiltere’ye tanınan imtiyazlar diğer Avrupa ülkelerine de verilmesiyle imparatorluk sanayileşmiş Avrupa devletlerinin pazarı haline gelmiş… Yanlış ekonomik politikalarla, anlaşmalarla Osmanlının rekabet edecek güçü yok edilmiş. Dolayısıyla 1838 Ticaret Antlaşması (Balta Limanı Antlaşması) yıkılış sürecini başlatmış, dolayısıyla Osmanlıya çok pahalıya mal olmuş..
1871 yılından itibaren Tanzimat dönemi (1839-1876) idari, mali, siyasi, içtimai alanda iflas işaretleri vermeye başlamış. Başta Genç Osmanlılar olmak üzere pek çok devlet adamı ve aydın “bu devlet nasıl kurtulur” sorusuna cevap ve çözüm arayışına girmişler. Neticede çare olarak Avrupa’da olduğu gibi Anayasalı (Kanun-ı Esasi) ve Parlamentolu(Meclis) bir devlet düzeni fikri ortaya çıkmış. Bu düzen gerçekleşirse Devlet-i Ali’nin kurtulacağına inanmışlar. Öyle ki bu fikre karşı olan Abdülaziz’i bir darbe ile düşürmüşler ve yerine önce V. Murad’ı arkasından pazarlıklar sonucu II. Abdülhamid’i tahta çıkarmışlar.
Ancak kötüye gidişte hiçbir değişiklik olmamış, 1877-78 Osmanlı Rus savaşı çıkmasıyla, Şark Meselesi’nin en kritik dönemine gelinmiş olması ve Ayastefanos ve Berlin antlaşmaları, Büyük devletlerin dış müdahaleleri, dış baskıları ve özellikle Balkanlar’da Bulgarlar, Anadolu’da Ermeniler başta olmak üzere bütün gayri Müslimlerin milliyetçi tavırlarını ve ayrılık isteklerini iyice artırmış… Bundan sonra ne yapılırsa yapılsın ne farklı etnik yapıları, nede dini inanışları bir arada tutmak mümkün olmamış… Bu durumda yönetim zafiyetlerinin neden olduğunu düşünen, rahatsız olan genç aydınlar, askerler, tıpbiyeliler, muhalif bir örgütlenmeye gitmişlerdir…
Bu olumsuz gidişin yıkılışa, yok oluşa gideceğini anlayan bu gençler, 1889’dan itibaren Genç Türklerin ve kurdukları İttihat ve Terakki Fırkası’nın şiddetli muhalefetiyle karşılaşan Osmanlı yönetimi, daha da otoriterleşmiş…
1891’den sonra Ermeni olayları sonucu ve Büyük devletlerin müdahaleleriyle karşılaşılmış ve nihayet 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’i ilan etmek durumunda kalınmış… Son Osmanlı meclisinin etnik yapısına baktığımız da şu şekilde oluştuğunu görüyoruz…
266 kişilik Meclis’te mebusların dağılımı şöyle idi21: Rum 23,Ermeni 12, Yahudi 5, Bulgar 4, Sırp 3, Ulah 1, Dürzi 1, Maruni 1 idi. Gerisi Müslüman olup Arap mebus sayısı 50, Arnavut mebus 20 kadardı. Buna göre Meclis’te Türklerin sayısı yaklaşık 106 civarında olup, azınlıkta idiler. Bu tür bu kozmopolit bu meclisle Osmanlılık ruhunu yakalamak ve Osmanlı birliğini tesis etmek imkansız olacağını anlaşılmış…
1908’den sonra çok partili dönem başlamış, Türk mebuslar hariç, diğerleri Osmanlı Devleti’ni bırakarak kendi milletleri lehine faaliyet göstermeye başlamışlar. Bunun üzerine İttihat-Terakki Fırkası ve hükümetleri Osmanlıcılık ve İslamcılık politikalarının yanına bir de Türkçülüğü ekleyerek, Türkçülük yapmaya başlamışlar. Ancak, İttihatçılar da Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük arasında bocalayıp kalmışlar. I. Dünya Harbi’nde tam bir ayrışma olmuş, gayri Müslimler ve gayri Türkler Osmanlılıktan ve Osmanlıcılıktan vazgeçerek İtilâf Devletleriyle işbirliği yapmışlar… 1918’e gelindiğin de Osmanlı Devleti’nden kopmuşlar, Olaylar daha hızlı gelişmeye başlamış ve biz bunu kronolojik olarak görerek yazıya devam edelim..
Yalnız kalan Türkler de, 1919’dan itibaren Mustafa Kemal önderliğinde verdiği Millî Mücadele’yle başlamıştır…
1919 - Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul Hükûmeti tarafından Anadolu'ya gönderilmesi (19 Mayıs)
1919 - Erzurum Kongresi (23 Temmuz)
1919 - Sivas Kongresi (4 Eylül)
1919 - Damat Ferid'in istifası ve Ali Rıza Paşa'nın sadareti (2 Ekim)
1919 - Amasya Protokolü (22 Ekim)
1920 - Mekteb-i Harbiye'nin Ankara'da "Sunuf-ı Muhtelife Zabit Namzetleri Talimgahı" olarak açılması
1920 - Misak-ı Milli: Milli gaye ve hedeflerin, milli sınırların belirlenerek ilanı (28 Ocak)
1920 - İtilaf işgal kuvvetlerinin İstanbul'daki resmi binalara girmeleri, Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın dağıtılması ve kapanması
1920 - Ferid Paşa hükûmetinin Mustafa Kemal'i idama mahkûm etmesi ve askerlikten tardı (11 Mayıs)
1920 - İstanbul Hükûmeti'nin Sevr Antlaşması'nı imzalanması (10 Ağustos) Bu yıkılışın Osmanlı Padişahı tarafından da kabul edilişi demektir…
1920 - Gümrü Antlaşması'nın imzalanması (3 Aralık)
1921 - Birinci İnönü Muharebesi (6 Ocak)
1921 Mart 12 istiklal marşının yazılı ve TBMM’since kabulü…
Sonuç olarak, Osmanlı Devleti’ni ayakta tutmak, güçlendirmek ve modernleştirmek için ıslahat-reform-yenileşme, meşrutiyet adı altında iyi niyetle yapılan hareketler Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkılmaktan kurtaramamış, dolayısıyla da hedeflerine ulaşamamışlar… Ancak bu reform veya yenilik hareketleri Osmanlı İmparatorluğunu yıkılmaktan kurtaramamış… Ancak bu reforma kaynaklık eden düşüncelerin Türk milletinin uyanmasına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına zemin hazırladığı ve yardımcı olduğu da hatırda tutmak gerekir… Bu tarihi olayların sonucunda bir kurtuluş savaşı verilmiş e bu aşamada orduya ve millete moral olması için istiklal marşı yazılmıştır..
İstiklal Marşı işte bu olayların sonucu olarak 12.3.1921 yılında meclisimizce istiklal marşımız olarak kabul edilmiştir… “ Allah bu Milleti Bir daha İstiklal Marşı Yazmak zorunda bırakmasın” Amin… Selam ve Saygılarımla..
Hüseyin Benek – 11.3.2020 – vatandasfikri.com
Kaynaklar
|
|
|
Bu Üyenin Diğer Yazıları |
|
|
|
Reklam |
“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur."
M.Kemal Atatürk
Adrese Git |
|