ELEŞTİRİ, ELEŞTİRİLMEZLİK
Önce eleştiri işini önemsemeyen toplumlardan biri olduğumuz ortada, öz eleştiri diye bir şey yapmamakla birlikte, genel olarak eleştiriyi yapanlarda da, eleştiriye maruz kalanlarda da sorunlar var. Çünkü eleştiri kültürümüz yok…
Örneğin eleştirenlere bakıyorum daha çok kişisel alandan eleştiri yapıyor, örnek vermek gerekirse bir politik yarış yani seçim var konulara bakın, bak, bak teröristlerle aynı sözü kullanıyor, bizim düşmanlarımızda aynı şeyi söylüyor yoksa s onlardanmısın? Oysaki kim ne derse desin, biz kimin söylediğine değil, sözün, düşüncenin doğru mu, yanlış mı olduğuna bakmamız gerekmez mi? Bizde bir makam söylerse doğru, sevmediğimiz adam gerçekleri söylerse yanlış gibi yaklaşıyoruz.. Böylece söylenenin doğruluğu, önemli değil kimin söylediği önemli hale geliyor… Olayı, durumu, konuyu, politikayı eleştirmek yerine hükümet grubunun liderini kişisel olarak eleştirirsek, tartışmalar kişiselleşir… Biz öteden beri, eleştirmeyi bilmeyen, eleştiriyi saldırı sanan bir toplumuz, örneğin 4 yıl geri gidelim ekonomik sorun yaklaşıyor diyenlere, hükümet eden partinin sözcüleri ve lideri sert şekilde bizi güçsüz göstermeye kimsenin hakkı yok, biz diyoruz uçuyoruz, siz diyorsunuz düşüyoruz mealinde sözler.. Şimdi ekonomik soruna işaret eden ve hükümeti bu konuda uyaranlar haklı çıktı, keşke hükümet yetkilileri, ekonomi sorumluları bu eleştirileri sağlıklı duyabilseydi, degerlendirebilseydi ve ekonomide önlemler almaya o zaman başlasaydı… Son eleştiriye de hükümet yetkilileri ve liderinden yüksek perdeden, sanki bir saldırıya, karşı saldırıyla cevap veriyor izlenimi olan bir tartışmanın içindeyiz… Bu eleştiri TÜSİAD, HÜKÜMET arasında oldu, bende ilk kez sermayedarları haklı buldum… Şimdi buraya bu tartışmadan bölümler alacağım ve yorumu size bırakacağım… bu açıklamaları bilinçli sona bırakıyorum, okumak istemezseniz yazıya, eleştiri nedirle bitireceğim, sizde bitirebilirsiniz..
“Eleştiri: Bir insanı, bir yapıtı, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla yapılan inceleme işine eleştiri dediğimizde biz bunu ne kadar sağlıklı yapabiliyoruz… Eleştiri kültürü azgelişmiş toplumlarda eleştiri denince akla yıkıcı, saldırgan eleştiri geliyor. Bir yazın ya da sanat yapıtını her yönüyle inceleyip açıklamak, anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazı türü, tenkit, kritik yazılar gelmelidir, umarım gelişmek için eleştiri öz eleştirinin önemini anlarız… Şimdi gelelim bu açıklamalara…
“"TÜSİAD İstişare Kurulu Başkanı'nın sözlerini üzüntüyle dinledim" Seçim öncesine yalan yanlış haberlerle insanımızın sinir uçlarıyla oynandığını görüyoruz. Sosyal medyada toplumsal gerilim için çok çaba harcanıyor. Bizlere düşen milletin emanetine sahip çıkmaktır. Seçim güvenliğinin temini konusunda bugüne kadar takdiri şayan başarılar yakalayan emniyet teşkilatımızı yalan yanlış bilgilerle töhmet altında bırakmak mümkün değildir. Dün TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan'ın, bunu bu şekilde açıklamak istemezdim, buram buram demokrasi hazımsızlığı ve istatistik cinliği yapan konuşmasını üzüntüyle dinledim. Bu tür istatistikler asla adil olmadığını bildiğimiz çevrelerin ürünüdür. Benzer istatistiklerde Türkiye'nin çok iyi olduğu nice alanlar var. İş yapma kolaylığında 190 ülke arasında 43'üncülüğe çıktık, bunu görmez. Ekonomik endekslerde 180 ülke içinde 68. sıradayız. Bu kişi bizi hep yüzlü sıralarda gösteren istatistik eğrileri üzerinden bize vurmaya çalışır. Beyefendi 12 yıl önce kişi başına milli geliri neydi, bugün ne?” Şimdi de Ülkemizin önemli holdinglerinden birinin patronu olan, ülke ekonomisiyle ilgili bir değerlendirme toplantısında ettiği sözler şunlar…
Sayın Başkan, Sayın Divan, TÜSİAD’ın Değerli Üyeleri, Sayın Basın Mensupları, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yıllardır tüm enerjimizi yiyip yutan seçim maratonlarından hepimiz yorgun düştük. Oysa ki enerjimizi önümüzdeki üç ayı değil, üç yılı, hatta 30 yılı konuşmaya, derinde yatan sorunları çözmeye ayırmalıyız. Sonuçlanması hiç alışkın olmadığımız kadar uzun süren 31 Mart seçimleri, her şeyden önce ülkemiz için önemli bir demokrasi sınavı oldu. İktidar, muhalefet ve başta YSK olmak üzere devlet kurumları bu seçimlerde büyük bir sınavla karşı karşıya kaldı. Bu sınavda kimin ne not aldığını ileride tarih yazacak.
Umuyorum ki, Haziran ayında yenilenecek seçimler bu şüphelerin yersizliğini herkese kanıtlasın. Seçim sonuçlarına itiraz, şüphesiz siyasi partilerin en doğal hakkıdır. Hepimiz bu hak arama özgürlüğüne saygı duyarız. Ancak, seçmen iradesine saygı duyulmasını da isteriz. Hakkaniyetli koşullarda seçim ve seçmen iradesi demokrasilerin tartışmasız en temel niteliğidir. Seçimlere yapılan itirazların niteliği, seçim kanunlarının düzgün uygulanması konusunda herkesin kafasında soru işaretleri yaratmıştır.
Seçimlere şaibe düşmemesini sağlayacak olan da budur. Unutmayalım! Hukukun üstünlüğü ve demokrasisiz hiçbir şey olmaz.
Ne ekonomi olur, ne de başka bir şey. Ve demokrasinin ilkeleri evrenseldir. Oraya ya da buraya özgü olmaz. Ya bu ilkelere uyulur ve demokratik bir rejim olunur; ya da uyulmaz ve başka bir şey olunur. Darbeler tarihine rağmen Türkiye’de demokrasi hep çalıştı: Her seferinde demokrasiye geri dönüldü. Seçim yoluyla görev devir teslimini de içeren bu demokratik geleneğe gözümüz gibi bakmalıyız. Dilerim tekrarlanacak olan İstanbul seçimleri, demokratik olgunluğumuzu teyit eder. Yeni fay hatlarına ve yeni gerginliklere yol açmaz, özlemini duyduğumuz birlik ve beraberliği sağlamamıza yol açar.
Değerli üyeler,
Bugün hepimiz biliyoruz ki ülkemiz bazı çok ciddi meselelerle karşı karşıya. Üç temel alanda, yani ekonomide, iç siyasi yapıda ve dış politikada sıkışmış durumdayız. Üstelik birindeki sıkışıklık diğerini çözmeyi zorlaştırıyor. İşimiz hiç kolay değil. Bu alanların hepsindeki sorunların ikili bir yapısı var: hem yapısal ve stratejik sorunlarla karşı karşıyayız hem de bunları daha da ağırlaştıran konjonktürel sorunlar var. Yapısal sorunları ancak uzun vadede çözebiliriz. Ama kısa vadeli sorunları çözmek için de uzun vadede nereye gideceğimizi bilmemiz, stratejik yönelimimize karar vermemiz gerekiyor. Hedefimiz net, rotamız belli olmalı.
Hedefimiz: 82 milyonu ile mutlu, huzurlu, müreffeh bir Türkiye. Bu hedefe doğru yol alırken rotadan şaşmamak için kullanacağımız üç çıpa var: ekonomide liberal piyasa düzeni, kural temelli uluslararası sistemle olan ittifak, ülke içinde de demokrasi ve hukukun üstünlüğü. Bu çıpalar olmazsa, nereden eseceği belli olmayan rüzgarların önünde sürüklenmekten, türlü çeşitli akıntılara kapılmaktan kurtulamayız.
Ekonomiyi, dış politikayı ve iç siyasi yapıyı, her üçünde karşı karşıya olduğumuz yapısal ve konjonktürel sorunları biraz daha açmak istiyorum. Önce ekonomi ile başlayalım. Makroekonomik dengelerde uzun süredir devam eden bir bozulma var. Bu bozulma 2007’de başlıyor. Küresel kriz ile derinleşiyor. Sonra kısa bir toparlanma. Ardından tekrar bozulma. Üretim alanında başlayan bozulma finansal alana yayılıyor. Oradan kamu maliyesini etkiliyor ve dönüp tekrar reel sektöre geri geliyor. Türkiye 2002-2007 dönemindeki parlak günlerine bir türlü geri dönemiyor. Türkiye ekonomisinin gücü sayesinde 10 yıldır tolere edilebilmiş olan zafiyet, artık işçisinden işverenine, çiftçisinden esnafına tüm kesimleri zorluyor.
Enflasyonda 121., işgücü piyasası verimliliğinde 111. sıradayız. Yargının bağımsızlığında 111., kamu düzenlemelerine karşı yargıda hak aramada 109., basın özgürlüğünde 129. sıradayız. Bu nedenle diyoruz ki ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet sisteminin düzelmesi gerekiyor. Devam ediyorum: öğretimde eleştirel düşünmede 133., mesleki eğitim kalitesinde 132., dijital becerilerde 118., beceri sahibi çalışan bulma kolaylığında 117. sıradayız.
Bunlar ekonomiyi aşağı çeken; girişimciyi, girişim yapamaz hale getiren bir ayak bağı oluşturmuş durumda. Oysa ülkemiz pazar büyüklüğünde 13. sırada. Bu bize gerçekleştiremediğimiz potansiyeli gösteriyor. Demek ki, demokrasi işler kılınırsa, hukukun üstünlüğü tesis edilirse, eleştirel düşünmenin önünü açan bir eğitim reformu yapılırsa, ekonomimizin performansı yükselecek. 82 milyon nüfusuyla, jeostratejik konumuyla, gelişmiş altyapısıyla, sanayisinin seviyesiyle, tarımın sunduğu fırsatlarıyla Türkiye muazzam imkanlara sahip. Bu imkanları iyi değerlendirelim diye çırpınmamızın sebebi bu.” Şimdi bu çırpınışlara hükümetten verilen cevabi açıklamalarla yazıyı bitirelim…
“ "Yeri gelir teşhir eder gün gelir hesabını sorarım"
Sen o gün ekonomik olarak neredeydin, bugün neredesin? O günden bugüne firman ne kadar büyüdü? Arkadaşların ne kadar güçlendi? Onu hiç masaya yatırmıyorsun. Ben sizin 12 yıl önce durumunuzu, bugünkü durumunuzu da biliyorum. Yeri gelirse bunu teşhir ederim. Dışardan vuran vuruyor ama içerden vuranlara günü gelir hesabını sormasını da bilirim. TÜSİAD niçin istihdama destek vermiyor, bunu hatırlatırım. Dev fabrikalar var. Ne olur 5-10 tane işsiz alsan. Bunları dert edinmiyorsunuz. Biz TÜSİAD'ın politik tarafgirlikten ziyade Türkiye'nin ekonomik mücadelesine yaptığı katkılarla gündeme gelmesini beklerdim. 1 hafta önce ziyaretime geldin, sizlerle neleri konuştuk? Bu dolarlar, bu avrolar sizleri kurtarmaz. Bu millet sizi kurtarırsa kurtarır.”
Bu alıntıları neden yaptım, sıcağı sıcağına eleştiriye tahammülsüz örneği olduğu içi, ister bunun şimdi zamanıymıydı, bak seçime gidiyoruz, ister senin haddinemi bizim reisi, lideri, düşüncemizi eleştirmek gibi eleştirinin her önünün tıkanması… Sorunların görülememesi ve çözüm arayışının düşünülmemesi demektir… Umarım bu eleştirisizlik, eleşrilmezlik halini aşarız, eleştirinin önemini anlarız daha iyi arayışı içine girebiliriz, girmek dilegiyle… Selam ve sevgilerimle..
Hüseyin Benek – 18.5.19 – vatandasfikri.com
Kaynaklar
|