DİL VE ANLAM
(( Düşünme, Dil Hayatı Anlama ve Anlam Yükleme Eylemidir. Fikri Adil))
Evet, dil dünyaya anlam vermemizi, aramızda iletişim kurmamızı sağlar, dille düşünür, düşünceyle dilleniriz, sözcüklerle, isimlendirmelerle, sınıflandırmalarla düşünür, dille, sözle konuşuruz… Bu konuşmalar biz de bir anlam birliği üzere uzlaşmaya neden olur… Oluyor mu?
Vatan dendiğin de bu vatanı imar etmek için hepimizin yüreğin de aynı duygular oluşuyor mu? Oluşmuyorsa aynı dili konuşmuyoruz demektir…. Bayrak dendiğin de bayrağın bizim ve ülkemizin sembolü olduğunu biz de aynı duygular çağrıştırması gerektiğini hepimiz biliyoruz…. Bilmiyorsak bayrak sözcüğünden sözünden aynı şeyleri anlamıyor, aynı dili konuşmuyoruz demektir…
T.C Devleti dediğimiz de, ne anlıyoruz, biz, bizim devletimizin adı diyor, diğeri de başka, başka şeyler anlıyorsa, konuşuyorsa ne yazık ki aynı dili konuşmuyoruz kavramlara aynı anlamı veremiyoruz, yüklemiyoruz demektir… İşte bizi bölen dil bu dildir, yoksa aramızda anlaştığımız dil değil…
Demokrasi dediğimiz de, laiklik dediğimiz de çok farklı şeyler anlıyorsak, ben demokrasi dendiğin de güçler ayrılığı, hukuk düzeni içinde hem yönetenler, hem vatandaşların yaşama hakkı, özgür siyasi irade belirtme hakkı, seçimler aracılığıyla iktidara yönetme yetkisi verme veya alma anlıyorsam… Öbürü de devletin gücünü seçimle ele geçirince kendi düşüncesini dayatma hakkı olarak anlıyorsa, ne yazık ki kavramlara aynı anlamaları yüklemiyoruz, aynı dili konuşmuyoruz demektir… Laiklik deyince bu kavramın bütün inanç ve inanç yorumlarına yaşam alanları ayırma, devletin inançlar karşısın da tarafsız kalması olarak anlıyorsam… Diğer inançların inançlarını yaşama, hakkı olarak düşünmüyorsak ve sende sadece kendi inancına veya tahrikatına özgürlük olarak düşünüyorsan, bu kavrama da aynı anlamı yükleyemiyoruz demektir..
Kısacası toplumlar sadece aynı iletişim diliyle hayata anlam yüklemezler, yaşamı imar ederken bu ister ekonomik, ister fiziki, ister sosyolojik kavramlara da aynı anlamı yükleyerek, uzlaşarak, bu uzlaşıya dayalı bir toplumsal yaşam tasarımlarlar… Sanırım biz bunu beceremiyoruz… Bunu beceremedikçe kavramlara, terimlere aynı anlamı yükleyemedikçe ne yazık ki aynı dili konuşamayacağız demektir.
Düşünün ki bilimsel bir çalışmayı lüzumsuz gören bir yönetici bir bilim kurulunun başın da, bilim adamlarına, görev veriyor… Felsefeden uzak durarak bilimsel çalışma yöntemleri, felsefeyi sadece dini anlama cabası için kullanma önerileri uyarıları, bu öneri ve uyarılara uyulmadığın da, devamın da uzun bir izin, bu ara da yerine uyarı ve önerilere harfiyen uyan, takiyyeci bilimcilerin atanması ve oradan hiçbir bilimsel çalışmanın çıkmaması normal değil mi? İşte böylece toplum olarak bilimsel alan da güdük kalırız, kendi kendimizi bu alan da yok ederiz… Öylemi oluyor ne?
Bu konular üzerinden şimdi herkes sadece son iktidar dönemini anlar ve yargılarsa, ben olayı biraz genişleterek şu soruyu soruyorum… Tamam anladık da, son 15 yıla yakındır bilimsel çalışmaların değerini bilmeyen bir yönetim var… Bu nedenle bilimsel çalışmalarımız da sonuç alamıyoruz diyenlere son elli, son altmış yılı, biraz daha geniş alalım mı, yüz yıldır, 200 yıldır hangi bilimsel çalışmalara dayanarak, neler icat ederek sonuç aldık? Diye sormazsak, at gözlüğüyle hayata, olaylara, kavramlara, bakıyoruz demektir… Siyasetle bilimi, bilimle dini, dinle yönetme işini, yönetme işiyle ayrıcalık yaratma işini öteden beri karıştırıyoruz, ama karıştıranlar bizim adamlar olduğun da sorun yok, olmadığı zaman abes oluyor…
Dini de çok farklı anlıyorsak ve sadece bizim anladığımız gibi anlamayı da herkese dayatıyorsak, imani, ahlaki, adaleti boyutları öne çıkarmak yerine sadece mabetleri, ibadetleri, gösterişi, şekli öne çıkarıyor ve buna katılmayanları da kah kafir, kah zındık, kah münafık ilan ediyorsak, bizim aynı din, dil ve anlam üzerine anlam verme, konuşma, anlaşma, uzlaşma niyetimiz yok demektir… Allah korusun, burada sürekli çatışma olur, buradan da sürekli çatışma çıkar, sonra da dışardan birilerini suçlarız kendimiz hem mağdur, hem de masum olur, gönül rahatlığıyla yaşamaya devam ederiz. Sonra da araya kader diyerek bir teselli sıkıştırırız… Çün ki suç hep karşı taraf da, hep başkasındadır, ben, biz, bizimkiler yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan, yanlışlarımızdan sorumlu değiliz…
Sonuç olarak bu hataları yapmaya devam edecek miyiz, etmeyecekmiyiz? Bana kalırsa önümüzde ki Anayasa çalışmaları bir milat olabilir, oturur bir masanın başına, sağlıklı düşünmeye engel eski şapkalarımızı, körlük yapan gözlüklerimizi çıkarır… Ortak, kavramlarla, terimlerle dille ve anlamla, uzlaşıyla yeni toplumsal yaşam felsefemizin, dilimizin ilkleri olan anayasamızı yaparız… Dilerim bu fırsatı da kaçırmayız...
((Doru düşünme, ancak doğru anlam verebilmeyle mümkündür. Fikri Adil))
Aynı dil, sadece konuşulan dil değildir, hayata bakış açsıdır, varlığa, olaylara, olgulara aynı anlamları yüklemektir… Bunu da yaparken farklı bakış acılarını yok saymadan, yok etmeden aynı anlamlar yükleyerek ve toplumsal uzlaşılar çıkarabilmek, dileğiyle, düşüncesiyle selam ve sevgilerimle…
Hüseyin Benek --- Ocak 16 – www.vatandasfikri.com
|