|
|
|
Genç Yazarlarımız |
|
Reklam |
İMAN ETMEDİKCE CENNETE GİREMEZSİNİZ, BİRBİRİNİZİ DE SEVMEDİKCE İMAN ETMİŞ OLAMAZSINIZ!
H.z. Muhammed
Adrese Git |
|
|
|
28 ŞUBAT DEMOKRASİ SINAVI |
TARAFLARIN 28 ŞUBAT DEMOKRASİ SINAVI
Bir ülkede demokrasi varsa ki seçimle gelen bir iktidar olduğuna göre var sayılır. Halkın seçtiği bu iktidara devletin kurumları yasal olan icraatlarda yardımcı olurlar, hatta iktidarın emirlerine uyarlar. Yoksa her iktidar değiştiğinde kurumlarımızı yukarıdan aşağıya değiştirmek zorunda kalırız ki buda beraberinde, yetişmiş uzman personellerin, genel müdürlerin kısacası işin ehlinin görevden uzaklaştırılması demektir ki bu işlerin bozulması demektir. Bunun içindir ki ülkemizde iktidarların başarılı olması demek, ülkemizin başarılı olması ve gelişmesi demektir. İktidarların başarısızlığını istemek, sağlıklı bir istem değildir, yöntem farklarımız olabilir, halka bunu anlatarak iktidara alternatif olma niyetimiz olabilir, ama bu amaçla kurulmuş siyasi partiyseniz, yoksa devletin bir kurumu, devletin kurumlarını işletmek üzere gelen halkın seçtiği hükümetin her hareketine bir gerekçeyle direnmesi bu kurumların demokrasiye saygılı yapılar içinde olmadığının göstergesidir.
Demokratik kaideleri özümsemiş bütün kurumlar halkın seçtiği iktidara düşüncelerini uygulamaları için yardımcı olmalıdırlar. Bırakınız yardımcı olmayı bizim toplumda başarısız olması için elinden gelen yapılır geleneği oluşmuştur. Ülkenin sınırlarını korumakla görenli ordu, 28 Şubat’ta bağlı olması gereken başbakanlık kurumuna karşı tavır almıştır. Halkın yaşam tarzlarını korumakla görevlidir devletin kurumları, ama ne hikmetse bu kurumlar eliyle halka yaşam tarzı dayatılmıştır.
Şimdi 28 Şubatta silahlı kuvvetlerimizin nasıl siyaseti dizayn etmeye çalıştığını ve direnç göstermesi gereken kurumlarında nasıl ordudan yana tavır aldıklarını görelim ve bu olaylardan ders çıkaralım ki ilerde demokratik yöntemle gelmiş bir iktidara demokratik olmayan yöntemlerle müdahale edildiğinde nasıl tavır takınmalıyızı görmeye çalışalım. Bu yanlış tavırlardan ders almadığımızda tekrar takrar yanlış yaparız. Bu yanlış toplumu ilgilendiriyorsa vebali daha büyüktür, toplumsal kayıplar daha büyüktür. Kurumların bu olayda tepkilerini değerlendirmeye çalışalım.
Medya kuruluşları
İlk önce basın camiası burada adeta olaylarda taraf olmuş, hükümete orduyla birlikte bakı yapılmıştır. Oysaki bu hükümet ekonomik olarak sermayenin faizden beslenmesinin önünü tıkamış ve ciddi tasarruflar elde ederek bunu topluma paylaştırmaya çalışmıştır. O zaman akla faiz lobisinin operasyonumuydu sorusu akla geliyor, ama ordu bu işin başını çekince şaşırıp kalıyoruz.
Aşağıda bazı gazete başlıkları var, askerlerin konuşmalarını abartarak veriyorlar, toplumsal gerilime neden olunuyor.
Bu durumu daha iyi anlayabilmek için gazetelerde yer alan manşetlere bakıldığında; “Rektörler Endişeli (10 Aralık 1996 Sabah), “(Polis tarafından yapılan baskında Müslüm Gündüz'ün bir kadınla yarı çıplak vaziyette çekilen görüntüleri verilerek Böyle Basıldı (29 Aralık 1996 Hürriyet), “(Necmettin Erbakan'ın verdiği yemek ile ilgili) İftara Özel Konuklar (11 Ocak 1997 Hürriyet), “Sincan'da düzenlenen Kudüs Gecesi hakkında) Bu ne rezalet (2 Şubat 1997 Sabah), “(Yaşanan olaylarla ilgili Genelkurmay'dan yapılan açıklamalarla ilgili) Gerekirse Silah Bile Kullanırız (12 Haziran 1997 Hürriyet), “Hocaya Bir Hafta Süre (3 Mart 1997 Radikal), “Tanklar Sincan'da (5 Şubat 1997 Sabah ), “Tank Sesleri (5 Şubat 1997 Hürriyet), “Muhtıra Gibi Tavsiye 1 Mart 1997 Cumhuriyet) şeklindeki manşetlerden net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Bunların bir kısmı dini, hayatı fanatik yorumlamaların yansımasıdır. Diğer bir kısmı da bilinçli abartmadır.
Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı, 28 Şubat sürecinde Turizm Bakanı Bahattin Yücel'in Zafer Mutlu'nun ve Ertuğrul Özkök'ün şantajıyla istifa etmek zorunda kaldığını iddia ederek polemiğin fitilini yaktı. Bakan'ın arkadaşı olduğunu söyleyen Ataklı, "İstifa etmezse hakkında büyük bir karalama kampanyasıyla asılsız bir yolsuzluk dosyasını yayınlayacaklarını anlattım. Ailesini topladı durumu anlattı istifa kararı aldı" dedi. Ataklı daha önce TRT Haber'de dile getirdiği iddiayı CNN Türk'te daha detaylı anlatırken Ertuğrul Özkök ve Zafer Mutlu'nun adını verdi.
Bir basın mensubunun nasıl sınırları aştığının göstergesidir. Yalnız benim anlamadığım benim dosyam yoksa tehdide neden boyun eyeyim. O dönemde Taha Akyol ve Nuray Mert gibi yazarların demokratca tavrını dile getirerek bu örneklerin çoğalması dileğiyle başak bir gruba geçelim.
Akademik çevre
Gelelim akademisyenlere, Türkiye’mizde bu alan hep sorunlu olmuştur. Sorunun birinci kaynağı iktidarlar hep üniversiteleri kontrol etme çabası içinde olmuşlar, nispeten de YÖK kurumu aracılığıyla kontrol edilmiştir. Bu nedenle akademik personel alımları, atamaları bilimsel yöntemlerden çok adamıma göre tavrıyla oluşturulmuştur. Bu ortamda, asistanına yapmadığını bırakmayan bir çalışma ortamında nasıl yanlışa tepki gösterme geleneği geliştirilebilir ki. Tartışmayı bırakalım düşünce açıklamaların bile zor olduğu ortamda durumu kurtarma planlarını gecen düşüncelerin gelişmesi çok zor olacaktır. Bu zamana kadar hep devletin duruşunu belirleyen iktidarlar gelmiş, mevcutla ters düşülmemesine özen gösterilmiştir. Yalnız son iktidar olan parti Refah partisi geleneksel söylemlerin dışında bir söylemle iktidara gelmiştir. Bu iktidarın sistemi geri götüreceği kaygısı oluşmuş, bu kaygı iktidar dışından ve sonraları içindeki ortaklar tarafından körüklenmiş ve muhtıraya zemin hazırlanmıştır. Kendi durumlarından kuşku duyan herkes bu kaygıyı körüklemiştir. Akademisyenlerin öncülüğünü yaptığı bir mitingde ordu göreve çağrılmıştır. Üniversitelerin görevi, toplumsal sorunlarda makul, sosyolojik veriler ortaya koyarak çözüme taraf olmaktır. Ama bizimkilerin çözümü bir demokratik çözüm ve tavırdan çok otoriter tavır için olmuştur. Akademik çevreye yakışmamış bir tavır takınılmıştır.
Sol yanımız
Sol camiaya gelince onlarında büyük bir bölümü bu anti demokrat uygulamaya sesiz kaldığı gözlenmiştir. Ruşen Çakır bu konuda şunları söylemiştir.
Bir, 28 Şubatçıları destekleyen tahminimin ötesinde bir sol var. Bu çok büyük bir ayıp. Bir diğer tavır, ‘Ne şeriat ne darbe’ tavrı. Bu aslında makul gibi görünüyor ama sonuçta baktığınız zaman ‘şeriat’ dediğiniz şey muhayyel bir şeydir, olup olmayacağı belli olmayan bir şey. Ama darbe yapıldı.
Yargı durumu gereği devleti koruma refleksini işletti, Refah Partisini vebalı ilan ederek kendine düşen rolü senaryo yazarlarının istediği gibi oynadı, yargıyla ilğili fazla yorum yapmak istemiyorum, çünkü yağrının yıpratılması bir toplumu güven bunalımına sokar ve toplumlar açısından güvensizlik hastalığı en büyük hastalıktı.
Son olarak Taha Akyol’un bir yazısından alıntı ile yargı meselesinde tavrı görelim; Neden bu kadar “irticai tehlike” evhamına kapılmışlardı? İşte “model”i anlamanın anahtarı bu sorudur.
“Toplumdaki eğilimleri sosyolojik metotlarla anlamaya çalışmak yerine, dogmatik bazı soyut kavramlara göre toplumu tek tipleştirme ideolojisi, toplumdaki çeşitliliği “tehlike” hatta “iç düşman” gibi görmüştür”. Bu bizim kurumlarımızda devleti koruma refleksi olarak ortay çıkmıştır. Devlet kimin devletidir, kurumların mı, vatandaşların mı?
28 Şubat, milyonlarca vatandaşa “büyük gözaltı” uygulayarak geniş bir toplumsal tepkiyi tetikledi. Yargıtay Başsavcısı’nın “muhtar bile olamaz” dediği Tayyip Erdoğan’ın yüzde 50 oyla başbakan olması, devlet dediğimiz “merkez”in dışladığı “kenar”daki halkın tepkisinin bir ifadesidir.
Toplumsal güvensizlik hastalığı, vücudun kanser hastalığına benzer. Fikri Adil
Siyasi partilerin tavrı
Her kurumdan önce siyasi partilerin bu olaya tepki göstermeleri gerekir. Çünkü ya iktidarda kendileri olsaydı, istemedikleri biçimde, siyasi düşüncelerine ters gelen uygulamalar imza atmaları, onaylamaları için baskı görselerdi. Bizim başımıza gelmesini istemediğimiz şey kimsenin başına gelmesin diyemiyorsak, ya benciliz, ya derinlemesine düşünemiyoruz yada, yada, demokrat değiliz ki seçimle gelmiş bir iktidarın baskıyla iktidardan indirilmesine göz yumuyoruz. Ne diyelim yapılmış bir hata bu kaset degilki geri saralım bir daha yaşanmamasını temenni etmekten başka çare yok. Hasan Celal Güzel’in Yeniden Doğuş Partisi ve Muhsin Yazıcı oğlunun BBP si o dönemin demokrat tavrı sergileyenleri olduğu için saygıyla analım. Genelde parti ve kurum adı anmamaya çalışıyorum ki bu durumun genel bir konu olduğu tavrın sağlıklı olabilmesi içinde şu adam, bu kurum, o baın kuruluşundan çok tavrın yanlışlığı ve doğruluğu üzerinde durarak değerlendirme yapmaya çalışalım. Kimse kendine saldır, kimse kendini övdüğümüz fehmine kapılmasın ki savunma ve saldırı pozisyonuyla olayı değerlendirmeden uzak durmuş olabilelim.
İktidardaki partiler
Anayol adı verilen ANAP-DYP koalisyonu Çiller ve Yılmazın anlaşamamaları üzerine bozuldu ve yerine Refah yol adı verilen Refah Partisi DYP iktidarı kuruldu. Bu arada sürekli laiklik kaygısı gündemde tutularak DYP’nin eli güçlendirilmeye çalışıldı. Buna rağmen istenilen sonuç alınamamış yada koalisyon ortakları koltuk sayısı hesabından, nüfuz alanını genişletme istemlerinden dolayı tuzaklara düşmüştür. Tankların sincanda yürümesi bir demokratik tepkiye dönüşmesini ateşleyebilirdi, iktidar partileri anlaşarak bu komutanı görevden alabilirlerdi, diğer siyasi partiler ne oluyoruz kardeşim diyerek tepki gösterebilmiş olsalardı olaylar bu noktaya gelmeden çözülürdü düşüncesindeyim.
Refah partisinin tabanına geldiğimizde ise Erbakan hocanın tavrına göre tavır belirlediği için tepkisellige gitmemiştir. Burada bu taban tepki göstermiş olsa idi olaylar daha da tırmanacaktı. Tepki götermesi beklenen diger demokratik unsurlarda adeta başlarını kuma gömerek deve kuşu taklidi yapmışlardır.
Sonuç olarak, DYP’den insanlar ayartılıp istifa ettirilerek bu hükümette devrilmiştir. Ruşen Çakır’ın ifadesiyle“Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, kendi eski partisi DYP’nin hükümet dışı kalmasına razı oldu ve daha sonra RP de kapatıldı. RP’li milletvekilleri yeni kurulan Fazilet Partisi’ne girdiler. Bütün bunların hepsi tam bir devlet operasyonuydu ve başarılı oldu. Bu başarının uzun süreli olacağı düşünüldü ama öyle olmadı. Dönemin Karadayı’dan sonraki Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ‘28 Şubat bin yıl sürer’ demişti’... Dedi ama öyle olmadı. Kısa bir süre sonra görüldü ki, ağacın kesilen dalları daha gür bir şekilde çıkmış. 28 Şubat çok başarılı gibi görülen büyük bir hezimetti.” 15 yıl sürdü şimdi her kesim yanlışlığını kabul ediyor, bir daha böyle olayların yaşanmamasını temenni ediyorlar/ediyoruz.
Aydınların Tavrı
Aydınların tavrına gelince, bizde aydın tavrı, bilim adamı tavrı tam gelişmemiştir. Tarafgirliğimiz aydın tavrını ve bilim adamı tavrını gölgede bırakacak boyuttadır. Ya sessiz kalınmış, yada güçlü taraf olan silahlı ve bürokratik tarafa destek verilmiştir. Aydın tavrının sağlıklı olabilmesi için bağımsız aydınlara ve düşünürlere ihtiyaç vardır. İstisnai durumlar olmasına rağmen genel tavır demokratik, bilimsel bir tavır sergilenememiş olması aydınlarımız adına üzücüdür.
Aydın ve bilim adamı tavırları, tarafgirlikleri aşmakla mümkündür. Fikri Adil Taraftarımız haksızsa hasız diyebilecek nitelikte aydın ve bilim insanları olmadıkça bu sorunları yaşayacağımızı düşünüyorum.
Bu olaydan şunu öğrenmeliyiz, demokraside sandıktan çıkana tahammül edeceğiz, ama sandıktan çıkanlarda başka sandıktan çıkmak isteyenlerin önünü tıkamayacaklar.
Kısacası 28 Şubat sınavını kötü verdik bir daha böyle sınavlarla karşılaşmamak, karşılaştığımızda da demokratik tavırlar alabilmek dileğiyle sevgiyle ve sağlıkla kalın..
Kaynaklar:
Taha Akyol-http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20014014.asp
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü 3. Sınıf Emniyet Müdürü Hüseyin Işıldak tarafından hazırlanan rapor
Fatih Polat'ın Ruşen Çakır'la röportajı
|
|
|
Bu Üyenin Diğer Yazıları |
|
|
|
Reklam |
“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur."
M.Kemal Atatürk
Adrese Git |
|