VAHŞİLİKLE UYGARLIK YAN YANA OLUR MU?
Fanatiklik, Acımazlık, düşüncesizlik birbirini besleyen kısır döngüye soktu insanlığı ve insanlık insanlıktan çıkmak üzere, bu yazı herkesi insanlığa insanlığını hatırlamaya davettir…
Bir defa benim düşüncem iyidir, benim gibi düşünmeyenler kahrolsun dediğimizde, bizim de kahrolma ihtimalimizin önünü açmıyormuyuz? Benim haklılığım güçlülüğüme dayanır diyorsak, şunu peşinen kabul etmiyormuyuz? Şimdi biz güçlüyken otoriteyken bunları yapıyor, yarın da bizim güçlülüğümüz ömür boyu garanti degil ya, kim güçlüyse o borusunu öttürsün, o düşüncesini dayatsın'ı peşinen kabul etmiş olmuyormıuyuz? Bütün bunların sonrası ne olur düşüncesizliğimizin sonucu karşılıklı, kin, nefret ve bunların beslediği acımasızlık… Daha ne olur dirençle karşılşırız, haksızlığımıza karşı birileri direnir, daha sonrası ne olur? Bizim yasalara, hukuk kurallarına, evrensel insan haklarına dayanmadığımızı iddia edenler, bizi öz degerlerimize dayalı ahlaka ve adalete davet ederler. Biz hala güçlülükle haklılığın karıştırırsak, bilenen, kin ve nefretle dolan halk tepkilerini artırır, sonuç olarak toplumsal barış bozulur karşılıklı öldürmeler normal hale gelir… Oysaki yaşatmak mı normaldir, öldürmek mi? Yaşatmanın normal olduğunu unutan toplumların, hali orta da, yaşatmayı unutmuş, öldürmeyi günlük işi olmuş kişileri görüyoruz, merhamet hayatımızdan çıkmış acımasızlık insan kareteri olmak üzere…
Nefret, kin, tehdit, organize cinayet ve uzun süren iç çatışmalar, ülkeler arası savaşlar gibi sürüp giden davranış ve olaylar insanların teknolojik olarak gelişirken insani ölcüler de ilkel mi kaldığınını düşündürüyor. İlkellik, sadece teknolojik eksiklimidir? İnsan öldürme alaetleriyle, insan kurtarma aletleri arasında ki gelişmeyi degerlendirdiğimiz de acaba hangisi daha öndedir? Hayvani içgüdülerin insani içgüdüleri yok saymasına daha ne kadar daha izin verecegiz? Bakıyoruz, yaşatmak için örgütlenenlerden çok öldürmek için örgütlenenlerin sayısı daha fazla, İnsanları yaşatmsak için kurulan sağlık kurumlarından daha büyük kurumlar öldürmek için kuruluyor. Bakıyorsunuz ordular, ceteler, fanatizmi, vahşiliği iş edinmiş, öldürmeye dayalı örgütler, teknolojik ilerlemelerle öldürme becerileri de artıyor. Bu sözde insanlık adına, kutsallar adına yapılan bu cinayetleri saklamak için giderek daha fazla yalan üretiliyor, söyleniyor.
Allah yaratırken insanların alnına asker ya da polis kurşunu ile ölecek mi yazar? Bir fanatigin younuzu keserek kendince mutlaka bilmeniz gereken soruları sorarak bilmediğiniz de sizi kendi kutsalı için öldürdüğünü söyleyerek kendi kutsalını bile nasıl yok saydığını düşünemeyecek kadar farklıya kin ve nefretle bakacak kadar acımazsızlığa düşünlerin haline Allah kimseyi düşürmesin. Allahın rahmetine, merhametine inanan bunu nasıl kabul eder, yapar?
Hiçbir din kitabı farklı düşünen insanları öldür demez, senin inanmana ve inancını yaşamana engel olunmöası halin de kendini savun mantığı din kitaplarının genel felsefesidir. Buna rağmen insanlar kıyamet koparıp birbirlerine saldırdığına göre bu cinayetlerin suçluları dinler degil insanlardır. Hiç kimse Tanrı kötülüğü de yarattı, yazdı diyemez, iyiliği de kötülüğü de biz insanlar kendimiz yaratmaktayız.
İslam toplumlarının içine düştüğü acıları içimiz kan ağla ağlaya izliyoruz. Bütün Afrika’nın, Asya’nın fakir yüz milyonlarını nasıl birbirni yok etmek için çalıştıklarını görüyoruz. Uzak doğuya bakıyoruz, Çin’i, Hindistan’ı, Kamboçya’yı, Arakan'ı düşünüyoruz. Bunların bir çogu artık kronikleşmiş öteden beri sürüp gelen vahşi, fanatizme dayalı hayvansı bir çılgınlık değil mi? İnsan toplumları bu ilkel öldürme döngüsünden ne zaman kurutlabilecekler.
Dünya toplumları üzerine düşünmeye devam edelim. Dünya nüfusunun %80- 85’ıi fakir ve acı çekiyor, açlık çekiyor. Dünya da yaşayan 7 milyar insandan sadece 1 milyarı acıdan uzak lüks için de yaşıyor. Bu bir milyarın birkaç on milyonu da bizim hiç tahmin edemeyecegimiz bir yaşam ölçüleri var. Emin olun özenmeye, imrenmeye değmez, nasıl acı ve açlık çekenlere acıyorsak bunlara da ayıplayarak bakmalıyız. Öte yandan bu lüks sınrlarını zorlayanlar, yeni bir deyimle ultra lüks için de yaşamalarına rağmen mutlu olup olmadıkları bile belli değil. Fakir milyarlar arasında onlardan daha mutlu olanların sayısı belki de daha fazla…
Bu zengin azınlıkla fakir çogunluk kıyaslandığın da, zenginlik onları hasta yapıyor. İlk önce zenginliklerini korumak yaşamlarının tek amacı oluyor. Bunu ünlü Çinli düşünür Lao Tzu, taa 2500 yıl önce söylemiş. Zenginliği ve onunla gelen gücü korumak için kendi yarattıkları hapishanelerde yaşamak zorundalar. Aynı zaman da bunlar zaman zaman da insanları öldürmeyi de planlıyabiliyorlar. Bu da politika oluyor, tarihi ve evrensel hastalıklar, işte gördüğümüz gibi günümüzde de devam ediyor.
Günümüz dünyasın da Medya, iletişim organları
Dünyanın durumundan bizi haberdar eden sözde bir medya var. Çok izlenme telaşıyla rati cinayetleri bize ardı adına duyuruyor, bu durm da sanki savaş makinesi olmuş insanlar ellerinde de teknik imakanlarla birbirini öldürüp duruyorlar. Bu cinayetlerin nedenlere çok girilmiyor, girilse de zaten çok önemli degil… Reyting var mı var önemli olan da bu… Öte yandan aynı medya bize başka bir dünyayı daha gösteriyor. Dünyanın dört bir yanın da dolanan turistleri, spor turnuvalarını, defileleri, konserleri, güzel yapıları, güzel giysileri, güzel kadınları, yakışıklı erkekleri, züppelikleriyle lüks otomobilleriyle öne çıkanları da gösteriyor. Bunların amacı da tüketime zorlamak, elma şekeriyle kandırılan çokcuklar misali şu model, bu marka cep telefonları, bilgisayarlar, televizyonlar, müzik dinleme aygıtları, saatler, otomobiller vs…vs insanı çeken milyonlarca tüketim eşyası.
Bütün bunlar fakir milyarların yaşadıkları sıkıntıları, acıları, nedenlerini bize yansıtmıyor. Kendi yalana dayanan dünların da yalanlarını perdeleyen, çercevelerinden dünaya bakıyorlar. Fakir millayrlara da kendi yaşam tarzlarını özendiriyorlar, biz fakirler elimiz biraz para gördüğün de onlar gibi davranmak, gezmek, otomobil almak, reklamı yapılan güzel eşyalar satın almak istiyoruz. Medyanın başka bir görevide fakirlere bunlara ulaşabilirsini umudu aşılamak oluyor sanırım. Bu arada yaşanılan adlatsizliklerin, zulümlerin önüne geçmek gibi bir dertleri yok medyayı yönlendirenlerin, onların dertleri patrona ve politikacıya hizmet etmektir. Ne kadar gizlenmeye çalışılsa da toplumlar arasında eşitsizlikler gizlecekbilecek gibi değil. Afganistan’la, Bangladeş’le, Kamboçya ile, İngiltere’nin, Amerika’nın, Karaçi, Jakarta, Mumbai ile Berlin’in, Amsterdam’ın, Viyana’nın karşılaştırılması olanaksız. Aynı kentte oturanlar arasında bile uçurumlar var, bunların bilinçli korunduğunu düşünmekteyim…
Ne kadar yazılırsa yazılsın, ne kadar istenirse istensin, yakın tarihte dünyanın imkanları yeniden daha adil bir şekil de taksim edilmeyecektir. Ama biz bu adaletsizliği kabul mü edecegiz hayır, binlerce defa ahayır, adaletsizlikle mücadeleye devam mı, binlerce defa devammm… Bu sahtekar düzenle mücadele etmek kutsal, insani bir görevdir…
Amaç ömür mü uzatmak, ömür mü kısaltmak olmalı?
İnsanlık öteden beri insan ömrünü uzatmak için çırpınırken insanlar neden birbirlerini bu kadar rahat öldürüyorlar? Bun da büyük bir çeliş ki yok mu? Kendimizi hiç o ölnenlerin yerine koyduğumuz oluyor mu? Gerçekten bu insanlara acıyor musuyuz? Sokakta dilenen, kaza geçirenleri görüyor samimi bir şekil de üzülüyoruz, bu daha insanlığımızdan umut kesmememiz gerektiğini gösteriyor bize… Hapishaneleri dolduranlara, öldürmeye koşullandırılanlara, dil, din, ırk, sınıf baskısı altında yaşayanlara karşı bizden onlardan mı diye ayyırıyormuyuz? Bu ayrım biz de hissizlige neden oluyor mu?
Zaman zaman biz de insanlık kaldı mı diye kendi kendinize soruyor muyuz? Yoksa bu vahşilikleri kanıksadık mı? Bir hastane de kuyruğa girmekle, son model araba almak için kuyruğuna girmek arasın daki farkın farkındamıyız? Bütün bunları birbiri ardına düşündüğümğüzda bizim insanlık bagından koparak başka bir cins kuyrukta beklediğinizin farkında mısınız? Birisi öldürülen çocuğunun cenazesini beklerken siz hangi kuyrukta bekliyorsunuz?
Bir kez olsun ne olacak halimiz demek yerine, onların hali ne olacak, gelecek kuşakların hali ne olacak, bizim çocukların, torunların hali ne olacak diye düşünüyormuyuz? Irak’ı, Libya’yı, Mısır’ı, Arakan'ı Afganistan’ı karartan zulmün, vahşetin, felaketin bulutlarını, oradaki acıları,kanı, göyaşını yaşayan insanları kardeş bilerek, onların yaşadığı korkunun yarısını yaşayarak olanları korkuyla izleyerek o acıyı hiç yüreklerimiz de hissettik mi? Sadece Müslüman oldukları için değil, insan oldukları için yaşanılanlara üzüldük mü? Üzülmediysek insanlığımızdan biraz utanmalıyız diye düşünüyorum…
Bu kadar fanatik, bu kadar bağnaz, bu kadar tek taraflı, bir o kadar da nefrete ve kine bulaşmış, bu kadar acımasızlıga batmış, insan yoksulu olmuş, bu kadar kızgın ya da kin dolu olmanın insanlara bir şey kazandırmadığını, insanlığa hangiş olay gösterecek merak ediyorum…
Ölenleri bizim gibi hayata baglayan nedenleri vardı, sevdikleri, sevenleri de vardı, bu adam ölmeden bir dakika önce şarkı söylüyordu, bu kadın ölmeden beş dakika önce gülüyordu. Bu çocuk beş dakika önce koşup oynuyordu, nefes alıyordu, hayata karşı planları vardı, hepsini bu insan eliyle öldürme bozduuu…
İnsan en vahşi hayvanla yarışan bir yaratık oldu
Bu düşüncelerin abartıldığı düşünülmesin, duygu sömürüsü olarak anlaşılmamasını dilerim. Yaşanılan evrensel boyutları olan bir gerceklitir, bunun abartısı ve duygu sömürüsü olamaz. Ölen ölüyor, artık onu geri getiremeyecegimizi bile bile öldürüyor, sessiz kalıyor, görmezden geliyor, bir şekliyle es geciyorsak insanız da diyorsak sorumlu olduğumuzu unutmayalım derim. Öte yandan bu gibi ölümleri, zulümleri politika ve sömürü aracı olarak kullanan da yok degil. Uygarlık medeniyet ve demokrasi, insan hakları deniliyor, denile denile milyonların öldürülmesine de göz yumuluyor. Yeteri kadar tepki gösterilmiyor, ölümleri zulümleri engellemek için adım atmak yerine bu kargaşa da nasıl parsa toplarım hesapları ulu orta yapılıyor. Kendi vatandaşlarından biri, yada yandaşı biri öldürürlerse esip gürleyenlerin binlerce insan yok olurken kılları kıpırdamıyor. Pparaya, maddi varlıklara gösterilen deger ve saygı İnsana gösterilmezse bu saygı ve sevgi kalmazsa, bir kişiye acımayan bin kişiye de acımaz. İnsanoğlu ölümü, kilo ile alınıp satılan bir mal gibi, sayıya indirgemiş, düşüncesiz ve vahşi bir yaratık olmuş durm da kurtulmak için hepimiz bir şeyler yapmalıyız…
Biz insanlar tekerlegi içat ettiğimiz, otomobili yaptığımız için uygar olmadık, bütün canilerin arabası hatta bazıların ki lüks arabaları vardı. Artık insanlar birbirlerini, ne olursa olsun, öldürmekten vazgeçmeliler, her insanın yaşama hakkı olduğunu düşündükce ancak ozaman uygar olabiliriz.Kendi düşüncelerini zorla dayatanların, hastalıklı düşünclerle şiddete yol açan insanları, insanlık engellemenin bir yolunu bulacak kadar uygarlaşamadı mı? Dünya sömürü, zulüm, kan revan içinde kimse görmüyor mu? Bunların için de başı bizim dindaşlarımız Müslümanlar çekiyor. Birbirlerini üstelikte Alahüekber diyerek vahşice öldürüyorlar. İslam dünyasının halleri yüzyıllardan bu yana değişmiyor. İşin tuhafı ise herkes taraftarı olduğu tarafı haklı buluyor, bu durm da sorun daha karmaşık hal alıyor ve daha uzun erimli savaşlar çatışmalar adeta desteklenerek besleniyor…
Oysaki gelecekte savaşacak başka nedenlerimiz de çıkacak, bu günden önelmeler almazsak, sanırım bu kadar şikayet ettiğimiz bu günleri bile gecekte mumla arayacak gelecek de yaşayacak insanlar..
Bu nedenle gelcek kaygısı taşıyan insanlığa barış için de yaşamak için insanlığın secenekleri azalmaktadır.
Daha az yaşamsal sorunla karşılaşmak ve barış için de yaşamak içim, İklimsel olumsuzluklar ve enerji sorunları nedeniyle kargaşa ve sömürünün ağırlaşarak sürüp gitmesinin önüne gecek projeler, poitikalar geliştirmeliyiz. Bu karmaşa için de bunu düşünen sayısı sanırım yeterli atılımı yapacak sayıda degil…
Açlıkla karşılaşan insan saysısı bütün teknik imkanların gelişmesine rağmen agün be gün artmaktadır. Sadece bu nedenle birbirini boğazlayan, yaşamak için karnını doyurmak zorun da olan insan sayısını nasıl azaltacagız üzerine düşünceler geliştirmeleli, bu düşüncelere dayalı uygulamalarla insanların temel ihtiyaçlarını çözecek bir dünya hayael etmeli, dününmeli bunları gercekleştirmeye çalışmalıyız. İnsanlığın ulaştığı çağdaş teknolojik konfordan herkesin yararlanması, lüksle degil ihtiyacı ile yetinebilen toplumlar ve mutlu bir insanlık hepimizin özlemi olmalıdır, bu özxleme ulaşmak için de bu özlemin önündeki engellerle mücadele etmek gerekmektedir. Yok olmak üzere olan insanlık, (biyolojik olarak degil, duygudaşlık olarak) bizim kurtarma operasyonumuzu bekliyor, daha ne kadar insanlığı ve insanları bekletecegiz, yarın geç olabiilir bugünden mücadeleye başlayalım, ilk hedefimiz ac insan kalmasın, ikinci hedefimiz amacımız ise savaşlar da ölen insan olmasın…
Bu mücadele de ısrarcı olmazsak ya birbirimiz yok edecegiz, yada aşırı tüketimin ve kirliliğin yorulan dünya, iklimsel bir felaket yaşayacak, ya da, gerçek bir uygarlık çağına mücadelelerimizle ulacağız… Biz ne bekliyor ne istiyorsak ona hazırmıyız… Selam ve sevgilerimle…
Kaynak: Dogan Kuban CBTE 23 Ağustos 2013
|