YABANCILAŞMA
Sosyologlar bu kavramı iki yönden ele alırlar, biri kişinin kendine yabancılaşması, diğeri içinde yaşadığı topluma yabancılaşması, hangisi önemli derseniz, bence ikiside önemli… Ama benim kendime yabancılaşmam daha önemli olsa gerek…
Kendine yabancılaşma, duyularına, iç gücülerine, hazlarına, zevklerine, kısacası doğan/fıtratın olana, yabancılaşma ki.. İnsanın insan olarak yaşaması ve kendini gerçekleştirmesi önünde ciddi engeldir… Bu aşağı yukarı tüm otoriter yönetimler yapar ve insanı insan doğasından uzaklaştırarak, adeta insana, yabancılaşmaya, insan olmaktan çok bir robot olmaya zorlarlar… Tüm duyuları bir karşılıklı zarar vermemeye odaklama yerine yaşamamaya zorlarlar ki, bunu hiçbir otoriter sistem ve kültür başaramamış, insan doğası hepsini yenmiştir… Bu bir çatışmaya neden olmuş, bunun yüzünden ceza evleri dolmuş, bunun yüzünden canlara kıyılmış, bunun yüzünden mutsuzluk, zulümler yaşanmıştır.. Otoriteler de korku/kaygı arasında yaşamışlar, insanlarda daha iyi, daha mutlu, daha güzel yaşama maçlarını gerçekleştirememişlerdir… BU yabancılaşma kmseye bir şey kazandırmamış, rerah seviyesi artan toplumlarda bile intihar vakalarının çok sık rastlanması ve sakinleştirici kullananların bu yoğunlukta olması sanırım bu yabancılaşmayla ilgisi olsa gerek… Bana kalırsa batılı toplumlar insan doğasının önünde ki engelleri kaldırmışlar, ama aşırı kuralcı bir toplumsal düzen, vatandaşlara karşı toleranssızca uygulamalar başka bir yabancılaşmaya kapı açmıştır… Bu ise insanın içinde yaşadığı topluma yabancılaşmasıdır ki… Onu da nasıl ele alalım?
İnsan bilerek veya bilmeyerek hatalar yapar, bu hata kalıcı zarar vermemişse, bunu suç saymak yerine ayıp saymalıyız.. Yani hataların birçoğunu suç olmaktan çıkarıp ayıp kategorisine sokmalıyız… Aslında bu şu demektir, insanlara yaşadıkları toplumun tolerans göstermesi demektir… Toplumların hoş görüsü artarken devletlerin otoriter tavırlarının artığını görüyoruz… Her otoriter yönetim halkına yabancılaşıyor demektir, halkına yabancılaşan yönetime ve dolayısıyla da topluma kişi, yani vatandaş da yabancılaşmaktadır… O zaman yabancılaşmanın sorunları, artık her iki haliyle de kişi mutsuz, psikolojik sorunlu ve toplumda ise toplumsal barışı tehdit eder hale gelmektedir.. Yabancılaşmanın İnsan üzerindeki etkileri üzerine yazımıza devam edelim mi?
Önce, şu öneriyle devam edelim, bu konuyu merak edenler, Marks’ın yabancılaşma kavramını incelmelerini önerir, onun kavramının insanın emeği olan ürünlere yabancılaşmasının kişiye ve topluma yanmasını incelediğini hatırlatarak.. Konumuza kendimizceye dönelim.. İnsan üzerin etkileri neler olur diyorduk? Ne olmaz ki, kendine yabancılaşan insan sayısı artıkça topluma bunun yansıması sorun olacaktır.. Diyelim ki çok otoriter bir yönetim sergiliyorsunuz tün sorunları otoriteyle bastırdınız… O zamanda kendini gerçekleştirmemeye dayalı atalet için bir kişi ve toplum olunur ki birçok otoriter toplumda bu gözlenebilir… O zaman, ne yapabiliriz?
Yabancılaşmanın etkilerini azaltmak için otorite kullanmak yerine, yabancılığın etkisini kişilerin ve toplumun üzerinden kaldırmalıyız… Kısaca yabancılaşmanın etkileri nedir diyerek yazıyı bitirelim mi? İnsanın doğasını ret ettiği için, yok saydığı için insanı bezdirir ve bu benzinliğe dayalı olarak da insan yaşam karşısında kendini güçsüz hisseder… İnsan kendini sosyal hayattan izole eder, kabuğuna çekilir, düşünün ki ne sosyal hayata, ne ekonomik hayata katılmayan bir insan nasıl yaşar, zorunlu yaşam içinde yabancılaşmanın sorunlu yaşamıyla yaşarmış gibi yapar… Hayat anlamını kaybeder, anlam kayıpları amaçsızlığına neden olur, amaçsızlıkta kişisel ve toplumsal yaşam için büyük sorundur… O kadar kendine yabancılaşır ki, ona verilen suni gündemle, suni düşüncelerle, uydurulmuş, insanı otoritelerin kontrol etmesine göre kurgulanmış inançlarla artık adeta insan insanlığının tüm özelliklerine yabancılaşır… Onu kontrol etmeye yönelik bilgi ve bunun üzerine oluşan düşüncelere dayalı olarak artık o, o yani insan değil bir makinedir… Artık onun gündemi, onun değildir, onun düşüncesi onun değildir, onun inancı onun değildir… O zaman o, o değildir, ne yaparız da onu o yaparız, işte sosyooljojinin, psikolojinin ve bunların babası felsefenin amacıda insanı insan gibi yaşatmaktır… İnsanı insan gibi yaşatmaya çalışanların sayısı çok azdır, üzülerek söyleyeyim insanı para kazanma aracına çeviren, öyle gören kişi ve kurumlar, her şey onu yabancılaştırmaktadır. O zaman..
İnsanı doğasına saygı duyan onun bu doğasını yaşamasına izin verecek bir kişisel ve sosyal alan, bunlara saygı duyacak devlet kurumları ve toplumda bir kültür anlayışı oluşturacağız ki… İnsanı bu yabancılaştırma derdinden kurtaracağız, güçlü kılacağız, mutlu kılacağız ve barış, huzur ,içinde yaşayacağız… Yaşmak dileğiyle, Selam ve Sevgilerimle…
Fikri Adil – vatandasfikri.com – 19.4.2020
Kaynak: Sosyolojide Temel Kavramlar – Anthony Gıddes – Phılıp W. Sutton
|