AYDIN KOVMASI VE TARİHİ HATIRLATMA!
(Aydın kovması ile Aydın havasını karıştıranlara ithaf olunur)
Aydınını kovan bir toplum aklını tatile çıkarmış, pusulasını kaybetmiş, zekasını kullanmama kararı almış, yeni bir deyimle ise hard diski silmiş demektir. Akıl yok beyin formatlanmış ve her iyi yapıyoruz diye yaptıklarımız dan kötü sonuç alışımızın nedenini neden hala bulamadığımız, nedeni aydınları kovmamızın socunu olmasın sakın… Hatta çevremizden sesleri gelmeyecek kadar uzaklaştırmak yetmez, onları düşündüklerine pişman etmek için cezaevlerine tıkmamız, onların seslerini çıkaramaz, seslerini ne bize, ne de halka ulaştıramaz hale getirelim ki, doğru düşündüğümüz kanısı biz de iyice pekişsin… Evet aydın kovması, bu topluma çok pahalıya maloldu şimdi bir yenisi ile karşı karşıyayız…
Ahmet İnamın Akşam gazetesinden ayrılışı işte aydın kovmaya yeni bir örnek.Yazdığı makalelerin neredeyse hepsini, kitaplarının yarısını okudum, 15-20 yıldır, gazetelerden, televizyon proğramlarından izlerim. Cumhuriyet de yazıyordu, halkın inançlarına, gösterdiği saygıdan dolayı sorun yaşadı sanırım, belkide oradan dindar diye attılar, Akşamda yazıyordu buradan da solcu diye atmışlardır muhtemelen. Ahmet Hocanın düşücelrine baktığımız da şunu görüyoruz. Aydın doğru bildiğini söyler, Muhalefet lazımdır, entellektüellik muhalif olmayı grektirir, bize eleştirel akıl, sorgulamak lazımdır dedi, yolun acık olsun dediler… Bu arada bir çok yazarın ve aydının başına bu durum geldi, sanırım son bir yıl için de 40'a yakın gazeteci işinden ayrılmak zorun da kaldı, Mesela benim sevdiklerim den biri de mert kadın Nuray Mert'tir, onun d başına böyle bir hadise sanırım 2 yıl önce geldi. Hadi bunların bir bölümü yayın kuruluşunun ve gazetecilerin kendi sorunlarından kaynaklı olsun ama ekseriyeti gazete yönetimlerininin siyasi baskılardan korktuğu için işinden el çektirilenler oluştuğu kanısı yaygın…
Aydın kovması bu kadar kolay mıdır, bu bir zihinsel parcalanmadır, bu zihinsel faaliyetlerin tasfiyesidir, aklı tatile çıkar, hardiski biçmlendir, düşünmeden nereye gidecegiz, her eleştiriyi susturursak nasıl gelişeceğiz, o zaman serseri mayın olmaz mıyız… Şimdi Ahmet İnam'ı kısaca tanımaya çalışalım… Ne düşüneler ileri sunmuş ki git kardeşim denmiş….
1947'de Sandıklı'da doğmuş, 1959'da Sandıklı Çetinkaya İlkokulunu bitirmiş, 1962'de Selimiye Askerî Orta Okulu'nu, 1965'de Haydarpaşa Lisesini bitirmiş, 1971'de Orta doğu Teknik Üniversitesinden elektrik mühendisi olarak mezun olmuş. 1980'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde, Yan Dal Klasik Yunan Dili ve Edebiyatı olmak üzere felsefe doktorasını tamamlamış. Tez konusu ise Edmund Husserl'de Mantığın Yeri, aynı yıl girdiği ODTÜ'de 1989'de profesör olmuş…
YAYINLARI
Aydınımızın yayınlarına şöyle bir baktığımız da şunları görüyoruz, son baskılar bu listede olmaya bilir…
Dergilerde yayınlanmış ilk yazısı ölüm üzerinedir: "Yaşanacak Bir Şeydir Ölüm, Sevinçten Ağlanacak" (RuhDünyası Dergisi, 1963). Daha sonra yayınladığı şiirlerinin yanında Edebiyat alanında ilk ciddi incelemesi 1967, Ağustos sayısında İstanbulda yayınlanan Soyut dergisinde basıldı: "Bilime Yaslanmak". Bu tarihten başlyarak beş yıl süre içinde "Çözümleyici Eleştiri" adını verdiği kuramsal ve uygulamalı bir edebiyat çalışması içine girdi. Bu çalışmaları Behçet Necatigil,bir cümleyle şöyle özetledi: "Denemelerinde edebiyat yapıtının fiziksel niteliğinden toplumsal-tarihsel niteliğine uzanan bir bakış açısı kurmaya yöneliyor" (Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Varlık Yayınları, 1975, s.148). Onun 20-25 yaşları arasında edebiyat alanında geliştirmeye çalıştığı görüşlerini incelemeden, felsefedeki gelişimini anlamak olanaksızdır. O yıllarda bir edebiyat bilim kurmaya çalışıyor, böylesi bir bilimin kuramının temellerini atmak için, dilbilim, bilim felsefesi ve mantık çalışıyordu. Bu araştırmalarının bir bölüğünü Ararken adlı kitabında topladı. O yıllarda öykü, şiir, eleştiri ve denemeler yazdı. Sayısı iki yüzü geçen bu çalışmaları onun sonraki yıllardaki felsefe açılımına kaynak oluşturur. 1975'den sonra, edebiyat eleştirisi yoğunluklu çalışmalarını edebiyat denemelerine kaydırdı. Giderek şiirimsi yoğunluk taşıyan bu çalışmalarını hâlâ sürdürüyor. Elinde yayınlamadığı dört beş kitaplık edebiyat metinleri olduğunu kendisiyle yapılmış röportajlarda dile getirmektedir. Bir ara bir roman da yayımladı: Filiz Nerdesin? Bu romanda Türkiye'deki felsefe çevrelerine yakın entellektüel ortamı anlatmaktadır. Son yıllarda gerçekleştirdiği edebiyat çalışmalarında, şiir ve şairler üzerinde yorumlarında fenomenolojik yolculuklar yapmaktadır. Şimdi bu Aydınımız nasıl bir bilimsel hayatın içinde olduğunu özgeçmişine şöyle bir baktığımız da görmemek için düşünsel görlük gerekmektedir, aydın kovulur, onun düşüncelerine önem vermezsek düşünsel körlük olur…
ÜYE OLDUĞU BİLİM KURULLARI VE DERGİ YAYIN KURULLARI
-Uluslararası Schopenhauer Derneği ile Michael Polanyi Derneği, Türkiye Felsefe Kurumu üyesi ve Türk Felsefe Derneği Başkan Yardımcısıdır.
-Ocak 2003 ve Şubat 2004 tarihlerinde "Üniversitede Öğrenci-Öğretmen ilişkileri" konulu seminerler vermiştir.
-2004 yılında TÜBİTAK AR-GE Eşgüdüm Daire Başkanlığı Bilimsel Toplantı Danışmanlığı yapmıştır.
-2007 yılında, Mantık ve Felsefe V. Ulusal Sempozyumu Bilim Kurulu Üyeliği yapmıştır.
-Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi yayın danışmanlığı,
-Dini Araştırmalar Dergisi bilimsel danışma kuruluğu üyeliği,
-Milli Eğitim Dergisi Yayın Kurulu üyeliği,
-Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Yayınları Danışma ve Yayın Kurulu üyeliği,
-Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi danışma kurulu üyeliği,
-Emo Ankara Şubesi danışma kurulu üyeliği,
-İslami Araştırmalar Yazı Kurulu üyeliği,
-Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi yayın danışmanlığı,
-Felsefe Dünyası dergisi baş editörlüğü,
-Doğu Batı Dergisi yayın danışmanlığı
-İzmir Karaburun "Bilim ve İktidar" kongresi bilim kurulu üyeliği yapmıştır.
-Ayrıca Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
-Felsefe Dünyası,
-Eğitim Dergisi,
-TED Bilim Dergisi,
-Karaburun Bilim Kongresi,
-Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi,
-100.Yıl Sosyal Bilimler Dergisi
-Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi için hakemlik yapmıştır.
ALDIĞI ÖDÜLLER
Prof. Dr. Mustafa Parlar Vakfı 1995-1996 Yılı En İyi Eğitimci Ödülü,
-ODTÜ'de verilen 2000 yılı Üstün Akademik Başarı Ödülü (1. Grup),
-1999-2001 yılı Üstün Akademik Başarı Ödülü,
-Türkiye Yazarlar Birliği 2003 yılı Yılın Fikir adamı ve Sanatçıları, Edebi Tenkit ödülü,
-2008 Yılında, Ankara Kocatepe Rotary Kulubü 2009 Yılı Rotary International Meslek Ödülü ve Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi Kristal Lâle Yılın Felsefecisi Ödülü almıştır.
Şidi bu yaptıklarna bakınca kovmak bir yana ister ikridar da olalım, istermuhalefete baş tacı yapmamız gereken bu kültür adamını aydın kovması edasıyla kovmak bilime nasıl yaklaştığımızın, kültüre nasıl yaklaştığımızın göstergesidir.
Bu düşünce insanını nispeten bir düşünce alış veriş ve haber aracı olan gazete neden işine son verir, iki-üç şekliyle olabilir kendisi ayrılmıştır, ya da aydınımız düşünemez olmuştur, gazete yayından kalkmıştır, ya da artı gazete düşünceye ihtiyaç duymamaya başlamıştır. Sizce hangisidir?
Şimdi yukar da özgeçmişinden aldığımız bu topluma bu kadar bilimsel ve kültürel katkılar sunan aydın bir adam kovuluyor, habere göre ilişigi kesildi deniyor…
Aydınıyla ilişiğini kesen toplum pusulasını kaybetmiş demektir. Fikri Adil
Aydının en belirgin özelliği sorgulayarak doğruyu, iyiyi ve güzeli arayış içinde olmasıdır. Bu arayış içinde olurken, birileri rahatsız oluyorsa bunlar da şimdilik otoriteyse ve aydının sesini kesmeye çalışıyorlar sa aydın mı kaybeder, onu kovan toplum mu?
Aydın tarihsel hafıza demektir, çünki o kültürü özümsemiş, o kültürü yeniden yeniden yaratan demektir, şimdi Ahmet İnam gibi sadece kültümüzü degil dünya kültürünü özümsemiş birinin sesini bu toplumun otoritelerine yaranmak için kesmeye çalışanlar bindiğiniz dalı kesiyorsunuz, demektir. Bu dal üzerinde işin tuhafı hepimiz duruyoruz, sen kesiyorsun, seninle birlikte ben de düşüyorum, yani benim de vebalimi taşıyorsun bunu bill… Bunlara dur demeyen siyasi iktidar, sermayeyi elinde bulunduran ekonomik iktidar, nihai olarak aydının üretti düşünclerden nihai olarak yararlanan biz vatandaşlar hepimizin vebali var, kimimiz aydın kovarak, kimimiz de ses çıkarmayarak bu aydın kovmayı aydın havası sananlara dur demeliyiz…
Aydın kovmanın şuanki sorumlusu ise yarım aydınlardır. Kendi gibi düşünenleri, gazlayan ve onların alkışlarını alan ve çoşarak fanatizmi besleyen yarım aydın, aydınlatan aydın degildir, yarım aydını tanıyamazsak, gercek aydınların bilgisiyle, ilimiyle, ürettiği bilimle, ortaya koydukları eleştirel düşünceleriyle, sorğulamalarıyla ulaşmaya çalıştıkları ortak iyiyi arama cabalarını kendimize saldırı gibi algılarız. Bu durum aslında kendi düşünsel çelişkilerimizin ve yanlış yargılarımızın, korkularımızın sonucudur.
Biri beni alkışlıyor, insana hoş geliyor, biri bana ya bu iş şöyle olsa daha iyi olur diyor, ben de yine insan nefsi geregi rahatsız oluyorsam, bu rahatsızlık beni farklı düşüncelere kapalı hale getiriyorsa, düşüncelerden yararlanmaya kapalı hale getitiryorsa nefsimin esiri olmuşum, eger yanlış noktadaysam yanlışımla baş başa kalmışım demektir. Bizi yanlışlarımızdan döndürecek aydınları da uzaklaştırmışsak, yanlışta çakılı kalmışız demektir… Aydınların ürettiği doğru düşüncelere kapı kapatmışsak…
Aydın ulaştığı düşünsel sonuçları nasıl acıklayacak, otoritelere karşı eleştirisini nasıl yapacak, herkesin alkışladığı ortamda yanlış gördüğü bir duruma nasıl muhalefet edecek, toplumun iyiliği ve selamatine düşünceleriyle nasıl hizmet edecek bu sorular üzerine öncelikle yöneticilerimiz sonra yöneticilere yaranmaya çalışarak aydınların sesini kısmaya çalışanlar cevap vermeliler….
Gercek aydınları aydın kovma modasıyla kovabiliriz, bize bahşedilmiş yetkilerle işlerine son verebiliriz, siz de, biz de biliriz ki doğru gizlenemez, ğizlendiği durumlarda da daha bir tanzikle ortaya çıkar. Eee o zaman bu aydın kovma telaşı nedir?
İlk önce Kopernik den örnek vererek başlıyalım gercekleri gören aydın düşünürün hangi ortamlar da ulaştığı gercekleri korkusuca acıkladıklarını görelim.
Hıristiyan din adamlarına göre İsa Mesih Güneş'e sabit durması için emir vermişti ve Güneş de sabit durmaktaydı. Yine genel inanca göre Dünya, düz tepsi gibiydi. Aksini düşünenler ise ölüm ile cezalandırılıyordu.
Ömrünün sonlarına doğru sağlık problemleri yaşayan Kopernik'in bu din adamlarından korkusu kalmamıştı. Artık fikirlerini rahatça açıklayabilir, yazdığı kitabını ortaya çıkarabilirdi. Papa'ya kitabını göndererek şu mektubu yazdı: "Aziz peder, kitapta yazılanları okuyanların hemen reddedeceklerini biliyorum. Ben, ömrüm boyunca çevremin düşüncelerine aldırmayan, fikirlerini savunan biri olamamışımdır. Etrafın tepkisinden, başladığım hususlardan vazgeçmeye niyetlendiğim olmuştur. Fakat çekingenliği üzerimden atarak çalışmalara devam ettim. Yazdıklarımı tenkit edenler olursa onlara aldırmayacağım ve saçma kabul edeceğim..." Aslında aydınların gercekler karşısında saçmalıklarla mücadeleettiğini unutmayarak, sahip cıkılması sorumluluğu öncelikle ileri gelenlerin ve yöneticilerindir.
Şimdi örneklerimişze devam edelim, başlka bir aydın da Galileo'dur, kendisinden önce Kopernik'in öne sürdüğü güneş merkezli evren kuramını benimsemiş ve bu nedenle Vatikan kilisesi tarafından iki defa yargılanmıştır. Kilise dünya merkezli bir evren anlayışını savunur ve Copernicus teorisini dine aykırı buluyordu. 1614'te ilk mahkemesinde görüşlerini yayması ve öğretmesi yasaklanmış, 1632'de yazdığı bir kitap nedeniyle yargılanması sonucu ömür boyu ev hapsine mahkum edilmiştir. Bu olaylar nedeniyle Galileo tarihte bilim ve din çatışmasının bir sembolü haline gelmiştir. Kilise ne kadar Dünya merkezli dese de güneş sistemi merkezli bir yapı gizlenemedi, ve kilise yıprandı uzun vade de etkisi sadece din alanıyla sınırlandı…
Şimdi de bizim tarihimizden bir örnek verelim, Emeviler, derin ilmini ve etki alanının genişliğini gördükleri Ebu Hanife'ye kadılık teklif ederek yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Bu teklifi Emevîler'in Irak valisi Ömer bin Hübeyre yapmıştır. Fakat Ebu Hanife, bu makamın ne niyetle verildiğini sezmiş ve bu görevi kabul etmemiştir. Bunun üzerine hiddetlenen vali, onu kırbaçlatmıştır. Bu durumdan imamı kırbaçlayan zindancı bile etkilenmiş, bu şekilde devam ederse imamın öleceğini valiye bildirmiştir. Bu zulüm esnasında yanına gelenlere Ebu Hanife'nin cevabı şu şekilde olmuştur: "Eğer vali benden Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin, yine kabul etmem. O bir insanın katline hükmedecek, ben mühür basacağım ha? Allah’a yemin ederim ki bu mümkün değil! Bu dünyada kırbaç yemek ahirette ceza görmekten daha iyidir. Valinin beni öldürmeğe gücü yeter fakat tekliflerini kabul ettirmeğe asla” Bu olaydan sonra Ebu Hanife Kufe'de kalamıyacağını anladığı için Mekke'ye giderek altı yılı aşkın bir süre orada ikamet etti. Bu zaman zarfında kısa sürelerle Kufe'ye gittiği bilinse de bu ziyaretler uzun süreli olmamıştır.
Yakın tarihimiz de ve hala yaşayan aydınlarımızdan İsmail Beşikciyi elealalım bugün Kürt acılı dediğimiz, olayı savundu diye bu aydınımızı 15-20 yıl zindanlarda tuttuk, şimdi geldiğimiz noktada kim haklı İsmail Beşikci, söyledikleri neredeyse birebir çıktı, o zaman bu aydınımızı dilemiş olsaydı o zaman ki yönetenler, ülkemiz bu kadar sorun yaşamayacak, bu kadar insanımız ölmeyecekti, bunları o kadar çogaltabiliriz ki, bilmem hangisini yazsam…En iyisi kısa gecelim benim de başımıza bir şey gelemsinnn…
Sokratesin başına gelenleri de hemen hemen hepimiz biliriz, ama tarih aydınları haklı çıkarmış, aydınlara yapılan baskıları ise hep kötü olarak kabul edilmiş tarihe not düşülmüştür. Yani baskı yapanların adı, onlara karşı zulüm yapanlar diye anılmaktadır, şimdi yaptıklarımızın tarihe not düşülecegi, bunların gelecekte biz yokken, şimdiki otoritemiz den eer yokkendegerlendirilecegini unutmayalım… Nsıl geçmite ki örnekleri biz şimdi degerlendiriyor, kovanları nasıl anıyorsak, yarın aydın kovmaları, susturmaya çalışmalarını 50-60 yıl hatta 100 yıl sonra okuyacaklar ve korkarım tarih tekerrür edecektir. Yalnız bugünün dünden farkıl bir tarafı var…
Hepimiz biliyoruz ki eskiden olduğu gibi kovulanlar bir kenara çekilmiyor, günümüz de teknolojik gelişmeler artık düşüncelerini seslerini duyurma fırsatta sunmaktadır…
Öte yandan ama hepimiz biliriz ki iletişimin ve haberleşmenin bu kadar yaygın olduğu günümüz de muhalif aydınların ve gazetecilerin sesini kesmek hepten zorlaşmıştır. İki örnekle bu yazıya son verelim yazı çok uzadı, biri İhsan Eliacık, digeri Nihat Genç örneginde olduğu gibi hala konuşuyorlar. Kendileri sussalarda yadıkları konuşuyor, susturulsalar da zaten onların sesleri gelecekte bile kulaklarımızı cınlatmaya devam edecektir, işte tarihten başka örneklerle…
Ne, Sokrates, ne de Galilo, ne İmamı Azam susturulamadığına göre, Ahmet İnam susturulamaz onların güçü gercekleri söylemelerindendir, gerceklere kulak tıkayanlara tarihi hatırlatırım. Ayrıca onlara İmam-ı Azam Ebu Hanifeden selam getirdim…
Fikri Adil---- www.vatandasfikri.com --- Kasım 13-- ankara
Kaynak:
|