M. AKİF BİZE HALA SESİNİ DUYURAMADI
M.Akif büyük bir heyecanla konuşuyor, beli ki konuştuklarıyla düşündükleri aynı, belli ki düşünceleriyle degerleri aynı, vatandan dediyse en içten o dedi, hem İmparotorluğun yıkılış döneminde, hemde kurutuluş savaşında, hem Cumhuriyetin kuruluşunda yer alarak vatanseverlik ne demektir bize gösterdi. İnanç ve iman dediyse, bütün hayatında ve yazılarında inançlı biri olduğunu bilerek düşünerek, hissederek yaşadı, yazdı. Allah bize bu büyük şahsiyeti örnek almamızı nasip etsin. O düşüncelerinde sıralamayı hiç şaşırmadı, en üste İslam milletinden olduğunu koydu, sonra bir vatansever olduğunu, sonra bir Osmanlı olduğunu, bir Cumhuriyetci olduğunu, bir sosyal adaletci olduğunu, bir antiemperyalist olduğunu, vatan ve milletin sesi olabilmek için edebiyatcıydıda bunları yaşayarak ve yazarak bize yaşayarak gösterdi. Biz onun hayatına baktığımızda bunu görüyoruz. O siyasetci de oldu ama siyasete ısınamadı, etkinligini belkide bilinçli göstermedi. Bu kadar yüksek şahsiyetli kişi mutlaka her alanda etkisini gösterebilirdi, diger alanlarda olduğu gibi.
Örnegin, vatan söz monusu olduğunda Camilerde vaiz oldu insanlarımıza doğruyu yanlışı anlatma cabası içinde giri. Yetmedi bizlere sesini ulaştırabilmek için yazar oldu, onun yazılarında aşk yoktu diyemeyiz, ama bir kadından çok, Allah aşkı ve vatan aşkı vardı, yazdığı şiirleri bu aşk yazdırdı, İstiklal Marşımızı yazdı, şimdi, ayrılık gayrılık içine düşen İslam toplumlarının ve rehavet içine düşen vatandaşlarımızın Akif e tekrar kulak vermeleri gerektiğini düşünüyor. Bu nedenle sizlerle onun vaazlarından, düz yazılarından ve şiirlerinden özet bir demet paylaşmaya çalışacağım.
Kastamonu Nasrullah Camisinde insanlarımızı Milli mücadeleye cağırmak için yaptığı vaazdan kısa bir özetle Akif i dinlemeyi öneriyorum. M.Akif büyük bir heyecanla konuşuyor.
M.Akif “ Kuran; ırkı lisanı gelenekleri millet olarak kabul etmez. Gerçekten inanıyorsanız kabile geleneklerini aşıp Kuran ın kurallarına göre yaşamalısınız. İnanan Arap, Arnavut, Alman, Çerkez, Çek, Kürt, Laz bir milletten yani İslam milletindendir. Biz hangi milletteniz? Hintli Müslüman’ı kardeş kabullenmeyen biz, bilmeyerek inananlar kardeştir, emrine karşı geliyoruz demektir” Biz böyle nasıl dava insanı, nasıl mümin oluruz.
Hz. Muhammed kavmiyet gayreti güdenler Müslüman değildir, kavmiyet sebebiyle vuruşanlar bizden değildir. Kavmiyet güdene özenen bizden değildir. Bu sözler Allah ın elçi olarak seçtiği Hz. Muhammed in sözleridir. Biz yaratanın mesaj göndermek için seçtiğini nasıl oluyorda etkilenilecek kaynak seçmiyoruz. Biz kimden etkileniyoruz, bizi etkileyen kaynakları iyi değerlendirmeli degilmiyiz? İnsan akılsız, milletler inançsız, kaidesiz yaşayamaz, düşüncesiz yaşayamaz, bunlarsız amaçsızız demektir.
Biz inançsız yaşayamayız, inancımızdan vazgeçersek mahvolacağımızı Allah ve onun elçisi Hz. Muhammed bize söylüyor ve yaşanan olaylarda gösteriyor. Yaşanan felaketlerin çeşitli sebepleri var. En birincisi kavmiyetçilikten kaynaklı bölünmedir. Yabancıların, işgalcilerin öncü birlikleri bölücülerdir, bu ister inanç bölücülüğü olsun, ister kavim, isterseniz siyasi bölücülük hiç fark etmez. Bizim başımıza ne geldiyse bölücülükten geldi, bölünmekten geldi, ne zaman anlar birlik için çalışırız işte fitneden fesattan kurtuluş cihadını başlatmışız demektir.
İkinci sesi ise İnşallah bize ulaşır ve düşüncemiz olur, onun düşüncesiyle hayata bakar ve ne halde olduğumuzu görürüz, şimdiki sesi ise Sebilürreşad da yayınlanan bir makalesinden alınmış düşünceleridir.
Müslümanların büyük düşünürü İmam Ali Radiyalahü anh: Hakı hakikati bir takım adamlara kaim bilmeyin, önce hakkın ne olduğunu ögrenin ki, ehlinide tanıyabilesiniz diyor. Dünyada bunun kadar acık, bunun kadar kesin bir hikmet düsturu olamaz. Biz Müslümanlar hak ile batılı bir birinden ayırmak için, sösyleyene degil, söylenene baktığımız, şahsı degil sözü tanıdığımız devirlerde cihanın en ileri milletiymişiz. Sonraları ortaya sürülen fikirlerdeki doğruluğa veya yanlışlığa kendi çabamızla, fikir yürütmemizle hüküm verebilmeyi uzun iş görmüşüz, onun içinde bütün görüşlerimiz, bütün hareketlerimiz taklitcilikten ibaret kalmış. Doğruyu araştırma feyzide bizden o kadar uzaklaşmış.
İster Doguya, ister Batıya omzunu vermiş, ister bunun aksini adet edinmiş olsun… Kimi yoklasanız mutlaka hak ehli tanıdıgı bir, iki adamın düşüncelerine yoldaşlık eder bulursunuz. Şu söz pek doğrudur, “Yanlış olma ihtimali hiç yoktur, çünki filan kişiden çıkmıştır” tarzındaki garip hüküm hepimiz için hikmet alameti olmuş gitmiş!
Bu durum, taklidin bu derece devamına en büyük sebep oluyor, biz bu sebebi ortadan kaldıramazsak kıyamete kadar yüz yüze gelipte milletin, memleketin hayrına görüşüp, anlaşıp, düşünce ortaya koyamayacağız.
Bir arkadaşım anlattı; Sekiz on sene kadar önce daha Istanbula gelmediği dönemde, bölgelerinin iki ileri gelen âlimi arasında fıkıhi bir tartışmaya tanık olmuş. Fikirler, daha doğrusu kaynaklar birbirinin zıttı, birisi okuduğu kaynak kitabın yazarını haklı çıkarmak için sesini digerinden fazla yükselterek şöyle demiş “Sen bu sözleri yazma kitaptanmı, yoksa basma kitapdan mı söylüyorsun ”. Bu söz üzere basma kitabın mı, yazma kitabın mı kaynak tercih edilecegi tartışmaları gündeme alındı.
Gecenlerde fazilet sahibi biri gayet önemli usul meselesi ortaya çıkardı ki, buda bir içtihatın ürünü degil, ançak sürekli çalışmanın verimiydi. Dünyaya, dine hiç yaramayan yahut üçüncü, dördüncü derecede kalan meselelerle zamanını öldürmeyip, böyle doğrudan doğruya, ümmetin, milletin hayatını ilgilendiren bir meleyi ögrenmemiz için ortaya çıkaran fazilet sahibine teşekkür ederken, bakınız ne işittim.
Bir mesele kaynaklarıyla, delilleriyle yetkili olan kişilere izah edilmiş, bir kısmı dinleme zahmetinde bile bulunmamış, bir kısmıda son zamanlada yazan yaraların kitaplarında böyle bir mesele varmı, yokmu konusunu bilemediği için kabulü konusunda özür ileri sunmuş!!
Tarih tekrarlamadır derler, doğru, işte arkadaşımın on sene önceki hikayesi takrar ortaya çıktı. Üzülecek bir taraf varki oda: Bizde tarihin tekrarlaması demek, daha doğrusu belanın devam etmesi, tekrarlaması demektir.
Allah bize kendi aklıya, kendi düşünceleriyle, kendi bilgileriyle düşünmeyi ne zaman nasip edecekte biz taklidi düşünceden, imandan, bunlara dayalı davranışlardan vaz gececegiz. Ümmet olarak, millet olarak daha kötü durumlara düşmeden, M. Akif gibi bizim için düşünce üretenlerin seslerine, düşüncelerine kulak vererek afaki tartışmalardan, soyut tartışmalardan, hayali düşmalardan, yönlendirmek ve akıl kontrolü için ileri sürülen taklidi düşüncelerden kendimiz olmaya, kendimiz gibi düşünmeye ne zaman gececegiz? Aldığımız sonuçlar hala bizi uyandırmayacakı mı? Akif uyandırmak için hala Safaatta ve makalelerinde konuşuyor, dinleyip uyanmak istemezmisiniz? Şimdi sizlere Akif’in Safaattaki bir şiirinden parcayla bu sohbetimizde veda ediyorum.
“”Bir değil mahvedilen devlet-i islamiyye...
Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye.
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez.
Bırakın eski hükümetleri meydandakiler
Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.
işte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!
işte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi.
30 Muharrem 1331 -27 Kanunuevvel 1328 -1913
Tarih mi tekerkür ediyor, belalarmı, yoksa düşüncesizlikmi siz karar verin!! Selam ve sevgilerimle…
Yararlanılan Kaynaklar.
M. Akif Ersoy - Düz yazılar, Makaleler, Tevsirler, Vaazlar Hazırlayan – A. Vahap Akbaş
Sebilürreşad -11.7.1913
|