SOSYAL (TOPLUMSAL) RENK KÖRLÜĞÜ
Renk körlüğünü hepimiz biliriz, bazıları sadece bir renk görür, bazıları da renkleri karıştırır, biz renk sabitligi için de sosyal renk körlügüne deginecegiz… Bu ne dersek bütün renkleri aynı görüyorsun demektir, amenna gör..
Yalnız sorun şöyle başlıyor bütün renkleri birlikte yaşadıklarından da senin gördüğün gibi görmeleri istemen veya, ekonomik ve siyasal güç elindeyse bu renk budur, itiraz yoktur dediğin de başlıyor… Sosyal olaylarda birkaç durum ortaya çıkıyor… Bir, kişilerin kafasına yatmasa da, ya bu adam bizim gruptan, bu kişi bizim takımdan, partiden, tahrikattan kolay kolay yanlış yapmaz bu nedenle biz bunun gördüğü rengi görelim diyor ve gercekten de o rengin, o olduğuna kendini inandırıyor… Bu sefer kişisel olan renk körlüğü toplumsal bir hal alıyor, hep beraber kırmızıya yeşil, yeşile kırmızı, sarıya lider ne derse, o renk diyoruz… İkinci durum da ise kendi grubumuzdan bizim kırmızı dediğimize ya arkadaşlar bu sarı diyenler çıkıyor, hep beraber liderin kırmızı dediğine sen nasıl sarı dersin diyerek o içimizde ki renk körü olmayan kişiyi hain ilan ediyor grubun dışına atıyoruz. Bizi renkler konusun da uyaran içimizden birini de dinlemeyerek kendimizin, renk körlüğünden kurtulma şansını da ortadan kaldırıyoruz… Üçüncü durumda ise farklı takımdakiler bizim gördüğümüz renklerin yanlışlığını iddiaa ediyorlar… Arkadaş siz bu renge, şu renk diyorsunuz ama bu bu renk degil dediğin de, konu dinsel se, kafir, dini bozmaya çalışan eski dinlerin ajanları, bizim renklerimize ihanet eden mürtetler diyoruz… Siyasalsa bunlar şu uluslararası, şu düşman komşu devletin, hatta uzaylıların ajanı, provakatörü, komplo teorisyenleri olma ihtimallerini bile düşünerek farklı siyasal düşüncelerden gelen renk körlüğü uyarılarını da dikkate almıyoruz… Dördüncü durumda ise bizim renk körlüğümüzü fark eden uzmanları da cahillikle suçluyor işin içinden çıkıyoruz diyecegim ama olayların içinde batıyoruz… Ne yandan yönden gelen uyarıları, nede renk konusun da uzmanların tedavi önerilerini dikkate almıyoruz… Bizi alkışlayan bizim adamlarımızla yola burnumuz bir yere deyinceye kadar devam ediyoruz, o yerde burnumuz dedigi noktada koku duygularımız da dumura uğradıysa, burnumuzun degdiği o malum şeyin için de debelenim duruyoruz… Taki toplumun içinden biri yazıktır şunları kurtaralım bu bok çukurundan diyerek harekete gecinceye kadar… Bu noktada bile aramız da fanatikler çıkıyor sana ne lan biz burada memnunuz debelenip duruyoruz diyor, bizi buraya bizim bu büyük liderimizin rehberligin de ulaştık, liderimize ihanet bana ihanettir diyor ve tam karşı tarafa saldıracakken lider içinde yaşadığı vıcık, vıcık şeyin ne olduğunu yarım yamalak kestiriyor… Arkadaşlar hata yapmışız, bu burnumuz degdigi şey ne yazık ki bokmuş diyor… Ama bütün bu aşamalar da toplum olarak çok şey kaybediyoruz, herşeyden önce adalet ve ahlak duygularımız erezyona uğruyor, sonra toplumun içinde ki kişiler ve grupların birbirine güven duyğumuz kalmıyor. Bir toplumda ahlak, adalet ve güven duygusu yok olmuşsa diger her şey dengesini kaybedecektir…
Yani toplumun ister sigortası, ister harcı, ister huzuru, isterseniz de barışı bu adalet, ahlak, aşagı yukarı herkesin kabul edecegi demokratik hukuk sistemi, farklı yorumların hoş görüyle kaşılandığı bir inanç ortamı, farklı düşüncelerin karşılıklı saygı görecegi siyasal ortamlar ancak renk körlüğünü aşan toplumların başarabildiği bir iştir… Renk körlüğüne devam mı, tamam mı? Bence tamam, çün ki artık şunu görelim, benim gördüğüm rengi göreceksin iddiası, zorlaması bize çok pahalıya patlıyor… Bu kadar ısrar etmeyelim ya griyse bu renk…
Selam ve sevgilerimle renk sağlığı dilerim… Fikri Adil --- Temmuz 15 – www.vatandasfikri.com
|