İTAAT, TEPKİ, İSYAN, ARASINDA SIKIŞAN İNSAN/MÜSLÜMAN!!!
Müslümanların genelde otoriter yönetimlerin olduğu yerlerde en önemli sorunu kişilerin iktidarların, fıkıhi/hukuki, siyasi çıkarımlarını din sanmaları… Bu din sanılması üzerine iktidarlara karşı gösterilecek haklı tepkilerin bile otoriter yönetimler eliyle dine Allaha isyan gibi gösterilerek sert bir şekilde bastırılmasına dayalı tepkisizligin iktidara ciddi hatalar yaptırdığını… Keyfi davrandıklarını ve halktan kopmalarına neden olduğu görülmektedir. Şu ayetle giriş yaparsak konunun dini degil siyasal, olduğu görülecektir..
“Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Nisa 148”
Biz tepkilerimizi Allaha mı, yoksa bize göre yanlış yaptığımız şeyhe, şıha, aşiret agasına, iktidarı Allah adına kullandığını iddia eden Krala, padişaha mı gösteriyoruz… İtaat etmek normalde bir yanlışla karşılaştığımız zaman tepki göstermek neden anormal olsun…
İster tarih de kurulan devletleri, ister günümüzde isimlerinde İslam var olan, Anayasalarında İslamız diyen devletleri incelemek gerek.. Bir devletin İslam olabilmesi için krallık/padişahlık olması zorunlu mu degil mi, böyle bir tartışma yapmak lazım.. Cumhuriyet, Demokrasi, Sosyal demokrasi, Sosyalizm İslami olamaz mı? Yada devlet, yani tüzel kişilik İslam olabilir mi, iman etmek devletler acısından mümkün mü? İman edilmezse İslam nasıl olunacak? Bu soruyu bir kenara yazalım ve devam edelim…
Din evrensel bir mesaj getirir ve o dine inananlar kendi kültürleri, siyasal sistemleri, ekonomik şartları, imkânları, doğal coğrafyaları çerçevesinde o dini uygulamaya çalışırlar. Bu uygulama artık dine ait değil, insanlara ve yeryüzüne aittir. Böyle olunca ‘İslam devleti’ ve ‘İslam siyaseti’ tabirleri çok ciddi bir algı bozukluğu, bir yanılsama meydana getiriyor. Adında İslam olan devlete, hükümete tepki isyan olarak algılanıyor ve bu ön kabulle yönetimlerin tepkileri sert olabiliyor… Ayrıca İslam Devleti olabilir mi, bu devlet hangi siyasal sistemde olması gerekir? Bu soruyu da bir kenara yazalım devam edelim…
Acaba, meşveret, şura, maruf gibi kavramlar ile demokrasinin arasındaki bağ ne aşamada? Bir aile yönetme ayrıcalığını tanrıdan aldığını nasıl iddia eder, buna diğer inananlar nasıl tepkisiz kalır, bu sorulara da cevap aramak azlımdır..
Bu noktada evrensel olara-k insanlığın siyasal sistemlerinde gelişmelerden nasıl uzak durabiliriz, liberalizm, sosyalizm, muhafazakarlık, sosyal demokrasi hangisi daha dini derseniz, bana göre sosyal demokrasi… Sizde araştırın öneririm…
Tarihi devlet tecrübemize baktığımızda, Osmanlı, Abbasî, Emevî, devletleri dendi, bunların hangisi İslam devleti diyebiliriz ki? Günümüze geldiğimizde İslamın diyenler ne kadar ne İslam devleti tartışılır… Aynı şey Hıristiyanlar içinde geçerli Hristiyan devleti de dememişler, demezler. Romalılar, Avusturya Cermen imparatorluğu, İspanya krallığı derler. Yani devletler kabileler, etnik gruplar, coğrafyayla falan anılır. Böylece devlet ismi konur Türkiye Cumhuriyeti gibi…
Örnegin başka bir konu, din savaşları, İslam savaşı olur mu, olmaz, insan savaşı olur; yani insanlar savaşırlar. Din de savaşa dair temel ahlakî prensipler getirir; haddi aşmayın, zulmetmeyin, işkence yapmayın, haksızlık etmeyin, yağma yapmayın der. Bu dagılmasın, biz tepki, itaat üzere ilerliyorduk…
Buraya kadar anlamaya çalıştığımız konu, devlet İslami olabilir mi, olmaz mı? Ben olamayacağını anladım, neden?
Bir yönetim işi var, baraj yapılacak, buna kim karar verecek uzmanlar, kim onaylayacak milletin seçtiği milletvekilleri veya hükümetler… Bu baraj yapımı onaylanırken neye dikkat edilecek, vahiyle çelişip çelişmediğine mi, Peygamberin Sünnetinde olup olmadığına mı, yoksa tarım arazileri için su ihtiyacına göre mi karar verilecek? Başka bir konu, yarılama işi, eskiden kadılar bu işi fıkıh kurallarına ögre yaparlarmış, daha çok da kişisel, özel alanda… Diger yargılamalar siyasal yargılamalara girdiğinden kanunnamelerle yapılır mış!! Burada cezaların dini olmasından çok caydırıcı özelliğine ibretlik cezalar verilirmiş… Neyse dönelim itaat tepki işine…
Tahrikat kültürünü genel olarak toplumun kültürü yaparsak, mürit şeyhe, şıha kayıtsız şartsız itaat etmekle sorumludur, aksi takdirde günaha girmiş olursa… Biz şeyhin ayağının tozuysak, ayağımızın tozunun biz ne kadar itiraz edebilir ki? İşte bu nedenle bu kültürü siyasete, devlet hiyerarşisinin içinde tahrikat hiyerarşisine taşırsak, soruna acık toplum haline gelebiliriz…
Kur’an’da Allah insana ‘halife’ diyorken biz nasıl ayak tozluğuna düşüyoruz, anlamış degilim…
Kuran da insandan bahsederken, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” diyor. “Yeryüzünde benim emirlerimi gerçekleştirmek, yeryüzünü mamur etmek, yeryüzünde iyilik, doğruluk, güzellik üzere hayırda yarışacaklar diyen dinimiz var… Ya hayırda yarışmayan kişiler varsa, kötülüğe neden olanlara tepkisiz mi kalacağız? Geleneksel siyasi, dini kültürde itaat konusu ısrarla vurgulanır ve işlenir; adeta kutsanır ve herkese bu yönde telkinde bulunulur. Haksızlık ve kötülük karşısında isyan ve direniş ahlakı ise pek önemsenmez ve dillendirilmez.
İnsanlara yapılan ekonomik, sosyal, hukuki zulümlere, haksızlıklara fazla itiraz edilmemesi, zulme rıza gösterilmesi, bence günah sayılmalıdır… Zulmeden yöneticilere kolayca itaat edilmesi için oluşturulan itaat kültürü, kültür demeyelim itaat anlayışı içinde olmak toplumsal sorunları yok saymak demektir. Her sorun yok sayıldıkca büyük, bu büyümeyle zararımızda zulmümüzde büyürki, bu nedenle itaat ve tepki üzerine ciddi bir anlayışımız olmalıdır…. Kısacası itaat kadar, itiraz ve isyan ahlakı da toplumda, vatandaşlıkta, Müslümanlıkta önemlidir…
Nerede itaat edeceğini, nerede hayır diyeceğini, neyi onaylayacağını, neyi onaylamayacağını, neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu bilmek. Haksızlıklara razı olmayıp, yanlışlara evet dememek… Kamu malına hıyanetten, rüşvetin ve adam kayırmanın her türlüsünden uzak durmak. Bunlar bize ait toplumsal sorumluluklardır. Ayrıca olan zulmü, yanlışları kadere bağlayanlar da tepkisizliği özendirmektedir, bunlara M.Akif Ersoy şöyle cevap vermektedir…
Mehmet Akif’in “Mütevekkil” şiiri vardır. “Kadermiş, öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru/ Belanı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu/ ‘Çalış!’ dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun/ Onun hesabına birçok hurafe uydurdun” diye başlıyor bu şiir ve yanlış kader anlayışına dayalı tevekkül anlayışını tenkit ediyor.
Kamu yönetiminde hak ve adaletin gerçekleşmesi, haksızlığın, suiistimalin ve görevi kötüye kullanmanın önlenmesi için yasal denetim, toplumsal tepki gerekebilir… Son sözler…
Kısacası bize sık sık şunları söyledi din adamları, büyüklerimiz, bir kötülük, zulüm gördüğünüde onu elinizle düzeltin, bu tepki gösterin demektir, buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltin zulmü, kötülüğü, bunada gücünüz yetmezse içinizde bguz (kin ve nefret duyun) edin, kınayın dendi, bize.. Bizde öncelikle hukuk kurallarına göre, sonra yukardaki şekliyle tepki gösteriyoruz gösterenler olmak dileğiyle.. Sevgi ve Saygılarımla..
Fikri Adil – vatandasfikri.com – 29.4.2024
İtaat: Söz dinleme, boyun eğme, buyruğa uyma:
Tepki: Bir cismin kendini iten veya sıkıştıran başka bir cisme gösterdiği karşı etki; reaksiyon.
Herhangi bir etkiye cevap olarak doğan, genellikle olumsuz söz veya davranış; aksülamel:
Karşılık verme.
İsyan Başkaldırı: Herhangi bir amaçla kurulu düzene veya devlet güçlerine karşı gelme; başkaldırma, kalkışma, isyan, kıyam: Bir düzene veya emre boyun eğmeme, uymama, itaat etmeme:
Kıyam: din bilimi İslam inancına göre, ölümden sonra yeniden dirilip ayağa kalkma. Bir işe girişme, kalkışma, teşebbüs etme. Başkaldırıdır denilebilir…
Kaynaklar
3* https://www.kuranmeali.com/mobil/m-AyetKarsilastirma.php?sure=4&ayet=148
|