KADIN ALGISI NASIL OLUŞMUŞTUR?
Anadolu da bazı medeniyetlerin ve Türklerin dışında kadın algısı genel olarak kadınların aleyhine olmuş... Bu algılar günümüzde de bazı toplumlarda acık, bazı toplumlarda kapalı olarak hala kadınların aleyhine acık bir şekilde devam etmektedir… Bu algı tek tanrılı dinlerden önce de kültürlerin etkileriyle aynı, tek tanrılı dinlerden sonra da durum değişmemiş, dinlerin ıslah edici önerileri, erkek hakimiyetine dayalı kültürel yorumlarla yine kadınların aleyhine döndürülmüştür… Taki aydınlanma dönemine kadar bu durum devam etmiş, sanayi devrimiyle, teknolojik gelişmelerin etkisiyle, kas gücünün azalmasına dayalı olarak kadınlar üzerinde baskı azalmış ve günümüz kadın anlayışı gelişmeye başlamıştır… Takdir edersiniz ki, dünyanın her bölgesi, her acıdan farklılıklar arz etmekte, hatta ülkelerde bile yerel/bölgesel kültürler arasında bile çok değişik kadın algısına rastlanmaktadır… Şimdi Anadolu da ve Türkler de kadın algısı üzerine devam edelim mi?
Anadolu’da Asur Ticaret Kolonileri Çağı sonrasında Hitit kadınının sosyal yaşantısındaki yerini, üretimdeki rolünü ve ekonomiye katkısını mevcut belgeler ışığında tam olarak saptayabilmenin zorluğunu takdir edersiniz. Arkeolojik belgelerin bu konuda sınırlı olduğu belirtilmekle beraber, bunlar kaya anıtları, kabartmalı çanak çömlek ve mühürlerdeki kadın figürleri olup daha çok tanrısal bir tipi yansıtmakta veya soylu kadını, kraliçeleri betimlemektedir. Çalışmamızda bu belgelerden faydalanarak ancak soylu Hitit kadınını ikonografisini çizmemiz mümkün olabilmektedir. Yazılı belgeler de ise, Çorum/Boğazköy kazılarında krallık arşivinden çıkarılan tarihi, dini, mitolojik, az bir kısmı da hukuki nitelikte olan devletin resmi belgeleri olduğu belirtilmektedir. Hitit halk kadınının sosyal mevki ve sahip olduğu hakları aydınlatan bilgiyi dolaylı olarak bu belgelerden özellikle Hitit kanunlarından elde etmekteyiz.
İnsanlığın oluşumundan bugüne kadar birkaç milyon yılı bulan geçmişinde, Anadolu kadınının serüvenine bakıldığında hangi uygarlık kesitinde olursa olsun, kadının yaratıcılığı, üretkenliği ve etkenliği ortaya çıkmaktadır. Bazen yaratıcı ve koruyucu gücüyle bir tanrıça, bazen ülkesine egemen bir kraliçe, bazen bir hayırsever yurttaş, bazen iş kadını ve her zaman aileyi yönlendiren bir anne olarak, farklı kimliklerle ama çoğu kez kadın, bir Anadolulu ayrıcalığıyla karşımıza çıkmaktadır.
İşte bu süreç içerisinde Hitit kadınının; inanç dünyasında, yönetimde, günlük yaşamda, iş çevresinde ve ailedeki konumundaki yerine bakarak, gelenekler ve yasalar karşısındaki sosyal statüsünü ve sorunlarını araştırarak… Mevcut arkeolojik belgelerle, çeşitli sosyal sınıflara mensup Hitit kadının işgal ettiği sosyal, politik ve dini konumlarını ortaya koyarak bin yıllık bir zaman süresince soylu ve halk kadınını tanımaya çalışıyoruz…
İnsan acısından yaşamın sürekliliğinin ve her şeyin döngüsel olarak yenilenmesinin, insan neslinin üremesin de kadının etkisini görüyoruz… Bu dönemlerde erkeğin doğumdaki rolünün öneminin ikinci plana itilmesi nedeniyle üreme erkine sahip kadının kutsal anlamda öne çıkarıldığı, bereketin ve çoğalmanın simgesi olarak bir inancının kurgulandığı anlaşılmaktadır.
Bilhassa steatipisi bariz çıplak kadın heykelciklerinin dini amaçlarla yani kadının doğurucu vasfı dolayısıyla “Yaratıcı Büyük Ana “olarak kadına tapmak için yapıldığı, tapılanın dişi olması burada anaerkil toplum hayatının Anadolu’da uzun bir müddet devam ettiğinin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Diğer taraftan, ev içinde yapılan üretimde uzmanlaşma olmuş olsa da bir tür eşit iş paylaşmanın söz konusu olabileceği, kadın heykellerinin buluntu yerleri ve erkek erkeklerinin azlığı göz önünde bulundurulduğunda kadınların doğum ve annelikten başka gerekçelerle güçlü ve büyük bir saygınlığının olduğu kanısına ulaşılmaktadır.
Çatalhöyük’te kadınlar ve erkeklerin elbette farklı roller üstlendiğini, ne var ki bu farklılıklara bakarak, geleneklerin ve kaynakların gençlere aktarılmasında ya da toplumsal konum ve yaşam biçim açısından bir cinsiyeti ötekinden daha ayrıcalıklı kıldığı sonucunun çıkarılamayacağını ileri sürülebilir…
İçinden İnsan Üreten, Ana’yı “Toprak” taklit ederek doğuran ana bedenin himayesine verilir. Bu dönelere anaerklilik dönemi diyebilir, doga yasalarının etkin olduğu bir dönemdir. Ana üreyen, ana doğurandır, hiçbir yaratığın kadından daha derin değeri, yoktur… Dişi cinsin karşı konulmaz otoritesini ve gücünü, tanrısal olana yakınlığından gelir… Kadın Ana, etkisi azalışı şunlara da bağlanmaktadır…
Yerleşik düzene geçilmesiyle birlikte oluşan, küçük kentlerin aralarında toprak sınırları nedeniyle kavgalar ve küçük çaplı savaşların başlamasına bağlı olarak. Bu savaşlar nedeniyle erkeğin, fiziksel gücü öne çıkmış, topluluklar içinde önemi artmıştır. Kadın, doğurganlığı, yeni bir hayata can vermesiyle, bereketi, çoğalmayı sağlayan cins olarak inanç dünyasında aile ve toplumda yine önemini korumaya devam etmiştir…
Binli yıllar da Anadolu’da Mezopotamya’ da olduğu gibi düşünsel olarak yaratılan çok tanrılı bir dinde, güneş, ay, su gibi büyük doğa güçleri ve iyilik, kötülük, adalet, savaş gibi kavramlar tanrılaştırılıp, insan şeklinde kişileştirilmesi ve isimlendirilmesi ile tanrısal bir alemin kurulduğu görülmektedir. Bu Tanrısal alemin hiyerarşisinde, Sumer öncesi ilk dönemlerde tanrıçaların yerini daha sonraları tanrıların aldığı belirtilmektedir.
İnanç sistemi olarak ise, kazılarda sadece kadını temsil eden figürlerin ile boğa figürlerinin bulunmuş olmasından İkiztepe halkının da Anadolu'da Neolitik Çağdan beri tapınılan ana ve bereket tanrıçaları ile birlikte erkeklik gücünü temsil eden boğaya taptıkları anlaşılmaktadır. Samsun İkiztepe'de kadın mezarlarının çoğunda ölü hediyesi olarak silahların konulması nedeniyle buradaki mezar armağanlarının ölünün yaşamında kullandığı şahsi eşyaları olduğu kanısını taşımakta ve bunun üzerine amazon kadın kolonileriyle ilişkilendirilmektedir.
Homeros İlyada’sında, Troya savaşında erkek gibi savaşan Karadenizli kadınlardan bahsettiği, kadınlar acaba amazonlar olarak olabilir mi?
Anadolu’da Hititlerle Ancak, yaratan ile yaşadığı toplum/aile arasında aracılık yapan, tapınan kadın, ana rahibe gibi bir sınıfı veya kültsel törenlerine katılmış üst yönetici sınıfa ait saygın kadınları ya da daha sonra Hititlerin “Koruyucu Tanrıçaları” gibi dini hiyerarşide daha aşağı seviyeden tanrıçayı temsil ettikleri belirtilmektedir.
Hayvanlar ve bitkiler aleminin hakimi "Ana Tanrıça" inancının Bizans dönemine kadar sürdüğü, Hıristiyan dininin özündeki İsa’yı doğuran ana, Meryem (Theotokos Meryem) inancında da yine Neolitiğin "Ana Tanrıça” fikrinin Hristiyanlığa yansıması denilebilir..
Sonuç olarak bu dönemde kadının rolü, erkeklerin veya avcıların rolü gibi pragmatik değil tersine yaratıcı türde, tüm yaşam sürecini kapsayan farklı bir rol olduğu, yani erkeklik bilincinin amaca yönelik iken, kadınlık bilincinin ise evrensel ve genel olduğu, cinsiyetlerin uzlaşamaması belki de bu zıtlıkta yaratılmalarına bağlanmaktan olduğu ileri sürülebilir. Erkeğin amaca yönelik yaşam biçiminin, salt avdaki başarılara değil, tersine insanlar arasındaki ilk düşmanlıklara, kabileler arasındaki savaşlara da yol açtığı düşünülmektedir…
Hitit devletlerinde kraliçenin dolayısıyla kadının rolünün şöyle olduğu görülmektedir… M.Ö. 2. binyılın başlarında Orta Anadolu'da "küçük krallık" veya "beylikler"den oluşan bir siyasi yapının mevcut olduğu, bu "şehir devletleri" niteliğindeki krallıkların başında da ise rubaum "kral"," bey" unvanı alan egemen yöneticiler ve bunların yanında ise, rubatum "kraliçe" unvanının verildiği eşleri görülmektedir. Yazılı belgeler, rubatum "kraliçe"lerin, çağının ticari işlemlerine ve devlet yönetimine de katıldıklarını bildirmektedir.
M.Ö. 2. binyılın başlarında, Anadolu’da beş şehirde, Kaniş (Kültepe), Wahşuşana, Luhuzattia, Ankuva ve Timelkia'da rubatum "kraliçe"lerin varlığı anlaşılmaktadır. Böylece üst tabaka kadını temsil eden rubatum'ların şehirlerin başında, hükümdarlık makamında otorite ve egemenliğe sahip oldukları ve aynı zamanda ticari alanda da etkin bir rol aldıkları, ayrıca bu çağda kadınlarının hükümdarlık konusunda bir hayli geniş yetkilerinin olduğu belirtilmektedir… Arkeolojik ve filolojik belgelerden, kralın yanında kraliçenin memleket işlerinde, politikada, dini merasimlerde, vakıf, bağış, yönetmelik yazdırmak gibi görevlerini, zaman zaman bağımsız olarak yerine getirme yetkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Kraliçelerin şahıslarına ait, Tavananna unvanlı mühürleri de bu kuvvetli ve bağımsız mevkilerinin açık bir kanıtı olarak gösterilmektedir.
Hitit kadınlarının, yetkilerini Gösteren Örnek Bir Kraliçe Puduhepa Büyük Kraliçe Puduhepa hakkında daha çok kaynak olduğundan bugüne kadar yapılan bilimsel araştırmalarda geniş yer verilmektedir. İşte bu nedenle Hitit kraliçelerinin en ilgi çekicisi ve kuvvetli kişiliği ile gösterilmeye çalışılan bu kadının Hitit kadınının bir yansıması olduğu düşüncesiyle ele alınmaya çalışılmaktadır. Bu kültürün kadına verdiği rol Türk kadın kültürüne ve tipine uymaktadır…
Ayrıca Darga, eski Anadolu Rubatum’larının ve Hitit kraliçelik müessesesinin ne önceki, ne de sonraki çağlarda bir benzerinin bulunmadığını gösteren bilgiler mevcuttur… Buna istisna ise Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinden önceki evrelerde Hun, Uygur ve Oğuz (Türkmen)’ların toplumda kadına yüksek ve değerli bir yer vermiş olduklarını, kraliçeyi temsil eden “Hatun”un “Hakan”a eşit mevkii ve yetkilerinin olduğunu belirterek, Eski Türklerde paralel bir “Kraliçelik Müessesesi”nin varlığına işaret bilinmektedir…
Hititolog Sedat Alp ise, Anadolu’da kadına verilen değerin Hititler dönemine kadar uzandığını, Hititler Türk değilse de, Türklerin, kültür bakımından Hitit uygarlığı ile eski Anadolu uygarlıklarının en doğal mirasçısı olduklarını söylemektedir.
Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esasları” adlı yapıtında; “Eski Türklerde kadınlar genel olarak “Amazon” idiler. Cündilik, silahşörlük, kahramanlık, Türk erkekleri kadar Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar doğrudan doğruya, hükümdar, kale muhafızı, vali ve sefir olabilirlerdi” savını ortaya koymaktadır. Bkz. Gökalp 1970:159 vd.. Ziya Gökalp’in bu ifadesine benzer ifadeler, Hitit kadınlarına yönelik olarak Hitit, dönemi yazılı kaynaklarında da olduğu görülmektedir…
Kraliçe Puduhepa’nın II. Ramses’e yazdığı mektuptan da anlaşılacağı üzerine, Puduhepa ve Büyük Kral Hattuşili'nin öz çocuklarının yanında, sarayda yaşayan III.Hattuşili’nin çocuklarının da olduğunu öğrenilmektedir. "Saraya geldiğinde, orada bulduğum kral kızları, benim elimde doğurdular ve ben onları büyüttüm, önceden doğmuş olarak bulduklarımı da büyüttüm ve onları ordu komutanları yaptım"
Ayrıca o çağın, bir Hitit belgesin de Mısır ülkesi ile Hititler arasında eşitlik esasına dayanılarak Kadeş Şavaşı’ndan 15 yıl sonra yapılan ve devletler hukuku alanında dünyanın ilk örneği olarak bilinen antlaşmada Hattuşili ile birlikte Puduhepa’nın mührünün yer alması dikkat çekici bulunmaktadır. Bir kopyasının Birleşmiş Milletler New York binasının duvarında asılı olması bu anlaşmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bütün bu kültürel birikim kadın algımızı oluşturmuş, dönemsel değişimler, algıya da yansımıştır…
Bütün bunlar göstermektedir ki Anadolu da kadın etkindir, bu etkinlik daha sonları Arab ve Yunan kültürünün, tek tanrılı dinlerin etkisiyle azalmış, zamanla kadınların sosyal hayattaki etkileri azalmıştır…
Arap kültürüne dayalı olarak ortaya konan fıkıhi yorumların etkisinden önce ki Türklerin kadın algısı hakkında şu bilgiler rastlıyoruz…
“Eski Türklerin devlet idaresi, siyasî hayatı, töre ve gelenekleri, din ve inanışları hakkında kapsamlı bilgiler veren Orhun Âbideleri, o dönemdeki kadının siyasî ve sosyal hayattaki rolü, aile içindeki konumu, hatunların (hakanların eşlerinin) kutsî varlıkları hakkında da önemli bilgiler sunmaktadır. Sosyal kurumların en temel ve en önemli parçası olan aile kurumunun temelini kadın teşkil eder. Eski Türklerde aile kurumu, son derece önemli hatta kutsî bir mânâ içeren kurumdu. Orhun Yazıtları‟nda kadını, siyasî hayattaki, devlet yönetimindeki rolü, aile kurumundaki yeri ve dinî-mitolojik anlamı açısından etkilerini görebiliriz... Orhun Yazıtları bağlamında o zamanki Türk toplumunda kadının konumuna işaret eden kavram ve fikirlerin yanı sıra sözlü gelenek de incelendiğin de kadının sosyal hayattaki yeri anlaşılabilmektedir. İlk yazılı eser olmak bakımından büyük kıymet arz eden Göktürk Yazıtları her bakımdan eski destanlarla bütünlük içerisindedir. Bu bilgiler ışığın da o yüzyılların Türk toplumundaki kadının başlıca vasıfları şöyle belirlenebilir…
“Kadın figürleri, atlı göçebe hayatın özellikleriyle uyumlu bir yapıya sahiptir. Dönemin etkisiyle, dini ve mitolojik özellikler arz eder, Devlet yönetimi içinde bir yere ve söze sahiptir. Aile kurumunun etkin ve önemli bir parçasıdır.”
Bilge Kağan Âbidesi, Doğu cephesi “Tengri Türk budun atı küsi yok bolmazun (tiyin özümün ol tengri kagan olurtdı erinç.” Günümüz Türkçesiyle..
(Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükseltmiş olan Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi o tanrı kağan oturttu tabii.)
Kül Tigin Âbidesi, Doğu cephesi) Gökalp‟in eski Türk devlet geleneğinde hatunun rolüyle ilgili verdiği bilgiler konumuza ışık tutar niteliktedir…
“Devletin umumî velayeti hakan ve hatunda beraber bulunurdu, bu sebeple hakan emrediyor ki tarzında başlayan emirnameler muta olmazdı, muta olmak için mutlaka “Hakan ve Hatun emrediyor ki” denirdi, Hakan tek başına elçileri de kabul edemezdi. Kadın, harpte, siyasî meclislerde, şölenlerde, avda mutlaka beraber bulunurdu.” (Gökalp, 1976: 323) Destanlarda da bunları destekleyen bilgiler örnekler bulunmaktadır, biz Türklerde kadın algısı Anadolu medeniyetleriyle örtüşmektedir…
Yunan ve Arap Kültürünün etkisiyle, Tek tanrılı dinlerin kadın aleyhine yorumlanmasıyla oluşan daha çok orta çağ kültürünün de etkisiyle oluşmuş kadın algısına karşı kadınlar mücadeleye başlamışlar… Bunun ilk belirtileri aydınlanmayla başlamış, ABD’nin New York kentinde 1857 yılında yaşanan, 16 saatlik çalışma süresini 10 saate düşürmek için yapılan greve, direnişe güvenlik güçleri saldırmış, 120 kadın işçi feci şekilde can vermiş, bunun için bugün 8 Mart Dünya emekçi kadınlar günü ilan edilmiştir. Günümüze kadar mücadeleler artarak devam etmiştir… Kadın algısı ise günümüzde tekraren dönüşmekte, kadın yerine, insan algısı ve hakkı üzerinden düşünceler almaktadır…
Kadının geri plana itilmesine dayalı olarak 19.yüzyılda, gelişen kadın hareketleriyle, kadınların karşı duruş sergilemelerine sonucu bugünkü kadın hakları mücadelesi ortaya çıkmıştır… Bu mücadeleye bazı erkeklerin de katıldığı görülmektedir… Katılan erkeklere yanı sıra karşı çıkan kadın ve erkeklerde bulunmaktadır… İddiaları ise şudur dini/kültürel olarak toplumsal soruna neden olacağını iddia ederek karşı duranlar bulunmaktadır…
Bu mücadeleyi bir çatışma nedeni yapmaktan çok, yada karşılıklı baskın çıkma mücadelesi yapmak yerine, insan hak ve hukukunun, insan doğası/fıtratına uygun tüm özgürlüklerin, tüm insanların hakkı ve hukuku yapılması mücadelesi olarak algılanmalı ve buna insan hakları acısından yaklaşılmalıdır… Dileği ve düşüncesiyle, ortaçağ kadın algısının, günümüz kadın algısına dönüştürülmesi, önerisiyle, dileğiyle…Selam ve sevgilerimle..
Fikri Adil – 8.3.2020 – vatandasfikri.com
Kaynaklar
2* Binnur ÇELEBİ YÜKSEK LİSANS TEZİ, ANKARA-2007” ANADOLU’DA HİTİT SOSYAL YAŞAMINDA KADININ YERİ VE ÖNEMİ” file:///C:/Users/pc/Downloads/2529.pdf
3* Mehmet Kaplan- DEDE KORKUT KİTABINDA KADIN https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/172686
|