HUKUK, SİYASET GERĞİNLİGİ!
Hukuk mu? Siyaset mi?
Epeydir devletin erkleri arasın da sorunlar var, sorunun kaynağı kimdir derseniz, nerede durduğumuza, nereden baktığımıza göre degişiyor. İşte tam bu noktada da yanlış tarafgirliğe adım atıyoruz… Olaylar üzerinden degil de ilkeler üzerinden taraf olsak, kendi liderimiz de hata yapsa, karşı siyasi düşünce lideri de, mensubu da hata yapsa hatta, bir hukuk meslek örgütü başkanı da hata yapsa hata diyebiliriz. Ama bizim için hata yapan degil, hatalar önemli oladıkca işin içinden çıkamayacağız sanırım. Bir hata yapılmışsa, ilk baktığımız şey bizim adam mı, başkalarının adamı mı diye hatalara bakarsak herkes kendi adamını da korursa ki öyle oluyor gibime geliyor. O zaman hataya göre degil yapana göre tavır belirleriz ki adaletten yoksunluğun işaretidir. Bu yargı üzerinden hareketle zaten hata yapılıp yapılmaması çok önemli degildir. Hatayı bizimkiler yaparsa hata degil, onlarınkiler yaparsa hata olacaktır ki, hata, suç kavramımızda ve kavramamız da sorunlar var demektir. İkinci sorunumuz ise eleştiri ve tartışma gelenegimizin çok zayıf olmasıdır.
Bunun yanı sıra biz eleştiriyi, ne düşünsel baz da degil, karşı tarafı yerme, zor duruma düşürmek olarak anlamışız ve gelenekselleştirmişiz. Karşı taraf da ben bunun karşısın da ezilmemem lazım, haklılığıma haksızlığıma bakmadan güçlü bir savunma yapmam lazım diyor ki biraz elin de güç varsa o da saldırıyor eleştiriye tahambülsüzlük işte böylece ortaya çıkıyor. Eleştiriler ne ölçüde sağlıklı oda tartışılır. Tartışmaya geldiğimiz de zaten böyle bir kültürümüz yok, lider, o topluluktaki başkan, bürokrat düşüncesini açıklar ve orada bulunanlar zaten sözün bitmesini bile beklemeden, yani hiçbir şey anlamadan emme basma tulumbası gibi sürekli başlarını sallarlar. Evet efendim, çok haklısınız efendim, böyle mükemmel düşünce ancak sizden çıkar efendim, aman efendim nazara gelmeyin, pazara gelin efendim, bu arada da onaylama, korosu için de hafiften hafiften bir yarış başlar, benim daha çok evet efendim dediğim gözüksün diye… Karar yanlıştır doğrudur kimsenin umurunda degildir, lider de yalakalar korosunun onayı ile gaza gelmişse, doğru karar aldığını düşünerek bu kararının arkasın da ısrarla durur.
Şimdi genel olarak alınan kararlardan 6 ay, 1 yıl sonra neden geri dönüldüğünün nedenlerini daha iyi anlıyoruz. Sakın bunu bir lidere, bir hükümete bağlamayın, biz de genel olarak lider ve hükümet profili böyledir. İktidar partisi lideri bunu daha sık yapıyor o kadar. Şimdi son tartışmalara bakalım yürütmeyle, yargının tartışmalarına… Tuhaf geliyor, ama yargıçlar yargı alanına girilince, yargı bagımsızlığı tehlikeye düşüyor endişesiyle siyasetcilere cevap verirse siyaset mi yapmış olurlar. Anayasa Mahkemesi Başkanını ve Barolar Birligi Başkanının konuşmalarını bu minval de degerlendirelim… Birisi yüksek yargı başkanı, digeri de hukukcu ve Avukatların meslek kuruluşunun en tepesinde ki kişi... Lideri üstelikte hükümetin başı olan lideri eleştiriyorlar…
Biz de lider genel olarak eleştirilmez, onun sözü üzerine söz söylenmez, onunla mümkün mertebe ters düşülmez… Bu minval dışında davranışlar saygısızlık olarak görülür. Yalnız hemen şunu belirtelim ki yönetici lider genel olarak toplumu ilgilendiren kararlar alır ve bu kararları alırken danışmalarını dilediği kadar, toplumu ve karardan etkilenecek kişileri ve meslek örgütlerini de dinler. Hele hele bu devletin güçlerinin paylaştırıldığı erklerden birini ilgilendiren kararlarsa bu alandaki degişiklik önerileri genel de HSYK, AYM, Yüksek Yargı kurumları ve Barolardan gelmelidir. Hadi gelmedi yargı alanıyla ilgili degişiklikleri yürütme kendi istediği gibi yapamaz. Yani yargının alanını, bagımsızlığını, tehlikeye düşürecek işler yapma yetkisi yoktur. Nitekim yargıyla ilgili kararlar AYM den dönüş olmasına rağmen, bu arada iptal işlemi anın da yapılan değişiklikler geriye doğru işlemediğinden dyanak yasa iptl edilmiş ama işlem kalmıştır. Bu neden tatışılmamaktadır, tartışma kültümüzün olmaması ve tartışmaların çekişmeye dönüşmesine bağlayabiliriz.
Yargı ile kararların da yürütme yargıyı dinler, millet idaresi diyemez, zaten yargı da millet adına karar alır. Milletin seçtiği vekiller yasaları yapar ve bu yasalara bagımlı olarak, yürütmeden bagımsız kalarak, karar veren, verecek olan yargıdır. Dolaylı olarak zaten yargının üzerinde yasama eliyle millet denetimi vardır. Yalnız devletin güçünü paylaşan erklerden biri olan yasama artık yürütmeye karşı olan görevlerini, bagımızlığını ve denetim görevini tamamen kaybetmek üzeredir. İktidar partisi ne yasa isterse onu çıkar hale gelmiştir. Yargı da yürütme karşısın da bagımsızlığını ve denetimini kaybederse, yürütmeyi kim denetleyecektir? Bu sorunun cevabını lütfen siyasi tarafgirlikle vermeyelim. Denetlenemeyen devlet mekanizmaları yozlaşarak, çalışamaz hale geldiğini insanlık tercübe etmiştir. En otoriter ülke olmasına rağmen en kötü ekonomler den birine sahip olan K.Kore buna örnek gösterilebilir. İşte AYM ve Barolar birligi başkanlarının hükümeti eleştiren konuşmalarını siyasi degil sistemin iyi işlemesi için, devletin güçünün erkler arasında paylaştırılması üzerine kurulan demokratik sistem acısından degerlendirirsek kim haklı kim haksız daha bir düşünceye dayalı bir degerlendirme yapmış oluruz düşüncesiyle son yargı kurumlarının eleştirilerine gelebiliriz.
Şimdi ilk olrak Haşim Kılınç beyin konuşmasından kısa bir alıntı yapalım. “İktidarın keyfi davranışları sınırlandırılmalıdır. Hukukun üstünlüğü anlayışı ve demokratik değerlerle beslenen bir devletin yolu her zaman aydınlıktır. İkinci Dünya Savaşı felaketini yaşamış Avrupa’nın geçmişte yaşadıkları ile bugün geldikleri seviye çok önemli mesajlar vermektedir. Dünya’da dini, etnik ve sınıf savaşlarının en yoğun yaşandığı bölge olan Avrupa, komünizm ve faşizm gibi totaliter rejimlerden demokrasi ve hukuk devleti mücadelesini vererek kurtulmuştur.” Şimdi bunun altına imza atmayan kaç kişi olabilir ki.
AYM başkanı Haşim Kılınç’ın ve Barolar birligi genel başkanının konuşmalarını baştan sona okudum, Haşim Kılınç’ın konuşması her haliyle makul bir konuşmaydı. Metin Fevzioğlu’nun konuşmasın da ise bana bir iki var bunlardan biri, konuşma metninin çok uzun olması, AKP tabanının itiraz edecegi ve sorun algılayacağı iki nokta tespit ettim biri Van depremin de evsiz kalanlara ev verilmesi esnasında kiracılara kura ile verilerek bir kısmının ev sahibi olamaması, bunların hala konteynırlar da yaşıyor olmasını dile getirmesi, bir de hükümetin engelliler politikasını yermesidir ki, doğrusunu konuşmak gerekirse evde bakım üretiyle bu hükümet engellileri büyük oran da rahatlatmıştır. Digeri ise polis müdahalesin de ölenleri sayarken, sagcı bir gencin adını saymaması onun dışında konuşmasına konu olan her şey hukukla ilgilidir. Toptancı yaklaşımlardan vaz gecemedikce, birbirimizi dinleyemeyecegiz, dinlemediğimiz için de sorunlarımızı çözemeyecegiz. Hep çatışmacı yaklaşım, hep gerginlik yanlış, hele bu alan hukuk alanıysa, hepten yanlış olur.
Hukuk sa hepimize lazımdır ister AKP li, isterseniz CHP li, ya da MHP li şunu siyasal düşüncelerimizin temeline yazmalıyız, hukuksuz düzen olmaz ve hukuk alanında da vatandaşların hakları ve hukukcuların düşünceleri taban alınır. Tersi hukukun siyasîleşmesidir ve bu konuda toplumca sicilimiz bozuktur. Dün yagılananlar, bugün suçsuz, hatta kumpasa girmiş mahsumlar olabilmektedir. Hatta dün idam edilenler bugün suçsuzdur, onlara suçsuzlukları devlet organlarınca iade edilmiştir, günümüzün demokrasi kahramanlarıdır. Yani yargımız hep olaganüstü yargı mantığı ile işletilmiştir. Bu durumun referandumla degişecegini sanan toplumumuz referandum da evet demiş ama sadece yargısal güç başka bir kesim tehlike haline gelmiştir. Bu siyasi yargılamalar yargımıza güven erezyonuna neden olmuş ve hükümette, diger siyasiler de yargıyı çok kolay eleştirir hale gelmişlerdir. Bura da da yapılan yanlış yargıç kararlarını degil de buna izin veren yasalar tartışılmalı ve bu yasaların yerlerine daha yargı bagımsızlığını sağlayacak olanlar getirilmelidir. Biz bu sorunu el birligi ile çözmezsek daha sert ve daha sık tartışmalara degil çekişmelere neden olacaktır.
Tartışma karşılıklı düşünsel ifadelerin ortaya konulduğu ve doğru düşüncenin bulunduğu ortamlardır. Biz de eleştirme gelenegi olmadığı gibi iyi ve doğru düşünceyi aramak için tartışma gelenegi de yoktur. Ama konumuz yargı siyaset çekişmesi olduğu için tekrar konuya dönelim. Yargılamalarımızı öyle bir yapmalıyız ki, Öyle bir yargılama sağlayacak hukuk düzeni kuralım ki 6-7 ay sonrasın da degil, 50-60 yıl sonrasında sonrasın da bile suçlu saydığımız suçlu sayılsın, suçsuz saydığımız suçsuz sayılsın… Korkarım ki bunu yapmadıkca toplumsal barışımızı ve düzenimizi tam olarak sağlayamayacağız.
Şimdi de TBB başkanı Metin Fevzioğlu’nun konuşmasından bir bölüm alalım, “Demokrasilerde siyasi partiler, iktidara, yargı tarafından denetlenmeyi peşinen kabul ederek talip olurlar. Elbette bu denetim siyasi değil, hukuki bir denetim olmalıdır. Şu halde yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, etkinliği, güvenilirliği, her insan için ekmek kadar, su kadar, hava kadar yaşamsal önemdedir. Türkiye’de görevini sorumluluk duygusuyla, fedakârca yerine getirerek adalet dağıtmaya çabalayan binlerce avukat, hâkim ve savcı vardır.” Şimdi bu düşünceler karşı taraf diye isimlerdiğimiz birilerinden gelirse dikkate almayacakmıyız? Denetim, demokrasinin teminatıdır, denetimin teminetı ise hukuktur, yargıdır. Hukuksuzluğun götürecegi nokta, bizi kendi suçlumuzu savunmaya kadar götürür.
Hukuksuz ve adaletsiz toplumlara dogan herşey sakat doğar. Fikri Adil
Benim suçlum, benim kahramanım olmasın, senin suçlun senin kahramanın suç konusun da bile kavram kargaşası içindeyiz nasıl bir toplum olacagız. Gercekten de suç nedir üzerin de düşünelim mi, şimdiye kadar düşünmedikse vay helimize… Suç her siyasi tarafda da suç olmalı, benim siyasi düşünce mensubum işlediyse de suç, karşı siyasi düşünce mensubu da işlediyse de suç olmalı ki kimse de suçlusunu korumamalı, hukuk ve adalet karşısın da kimse suçlusunu koruyamamalı, yoksa hukuksuzluk olur, hukuksuzluk güvensizlik demektir böyle toplum olarak yaşamamız zor görünüyor. Tartışmaya dönersek…
Önce hukuk, adalet, sonra siyaset, yönetim devamı ise sağlıklı toplumdur. Fikri Adil
Sayın başbakanın sen kimsin ya dedigi, terbiyesizlik, şakkabanlık yapıyorsun dediği kimse TBB(Türkiye Barolar Birliği) başkanı bu makama seçilerek gelmiştir ve bu alan da akdemik kariyer yapmış kimsedir. Şimdi ben sade vatandaşım, beni benim adıma idare eden biri bana sen kimsin dese üzülürüm, mutsuz olurum, bu mutsuzluğun sonucu da görevimi düzgün yapamam. Oysa ki Barolar birligi başkanı da avukatların oyları ile seçilmiştir, üstelikte meslek ve uzmanlık alanların da sadece oy sayısı dikkate alınmaz, o meslege ait bilgi ve yetenek dikkate alınır, yani barolar birligi başkanının bir özgün agırlığı vardır.
Barolar birligi başkanının konuşması uzun oluşunun ve ortam da bazı deginilmemesi gereken şeylere deginmenin dışın da makuliyet içinde kendi mesleki kayğılarını dile getirmiştir. Sayın başbakanımız her seferin de yaptığını yapmış yüksek sesle itiraz etmiş, taraftarları da her zaman olduğu gibi yüksek sesle alkışlamıştır. Barolar birligi başkanı yargının bagımsızlığını savunmayacakta ne savuncaktır. Yargılamda ki sorunları konuşmayacak da ne konuşacak, tabi ki konuşurken baro başkanı, başka konulara siyasetci gibi girmemelidir. Ama bürokratlardan ve alkışcı siyasi taraftarlardan beklenilen alkış da onayda Barolar Birligi başkanından beklersek yanılırız. Barolar birligi başkanının görevi yargıda ki aksaklıkları ve sorunları, yasa yapıcıların ve yürütmenin dikkatine sunmaktır. Eleştirmektir, meslek mensupları adına haklar talep etmektir. Sen kimsin demek, şaklabanlık, terbiyesizlik ediyorsun demek, ise bir siyasetciye ve Ülkemizi, bizi temsil eden sayın başbakana, makamının saygınlığına yakışmamıştır, diye düşüyorum…
Bir yöneticinin en belirgin özelligi talepleri ve eleştirleri makuliyet için de, ölçülü bie şekil de, dinlemesi, gercekci ve ihtiyaca dayalı talepleri karşılaması, gercekci olmayan talepleri ret etemesi, yalan ve yanlış eleştiriler varsa bunların doğrularını aynı ölçülerle vatandaşlara ve o toplantıda bulunanlara izah etmesidir. Yoksa kızmak çekip gitmek en kolay olanıdır, yazı çok uzadı, konu derin di özür dileyerek, Şeh Edebali’nin yönetici olan oğluna vasiyetiyle yazıya son verelim ne dersiniz.
“Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana… Suçlamak bize; katlanmak sana... Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana… Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana… Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana... Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana… İlk soruyu tekrar soralım, hukuk mu, siyaset mi, her ikisi de ama hukuk önce…
İşte böyle sayın başbakanım, bize kızmayın, olaki hatdimizi aştığımız anlar da olabilir, siz öfkeyle kalkıp gitmeyin dileklerimle selam ve saygılarımla…
Fikri Adil – www.vatandasfikri.com – Mayıs 14
Kaynak
1- http://www.aytendirier.com/blog/blog.asp?id=590
|