|
|
|
Genç Yazarlarımız |
|
Reklam |
İMAN ETMEDİKCE CENNETE GİREMEZSİNİZ, BİRBİRİNİZİ DE SEVMEDİKCE İMAN ETMİŞ OLAMAZSINIZ!
H.z. Muhammed
Adrese Git |
|
|
|
İSLAM'IN TERÖRLE KİRLETİLMESİ |
İNSANIN VE İSLAM'IN TERÖRLE KİRLETİLMESİ VE ÇEŞİTLİ NEDENLERİ
Bu kirliliğin iki kaynagı var bir İslam coğrafyasın da işgalci olarak bulunanların uyguladığı baskı ve şitdetin neden olduğu şitdet ve toplumsal farklılıkları düşmanlıklara çeviren emperyal oyunlar. İkinci kaynak, iktidarı ele gecirmek ve meshepsel çatışmalar nedeniyle İslam dini mensuplarının kendi kültürel siyasal ve inançlarını fanatikce yorumlayarak kedinlerine uyguladıkları şitdettir. Bu şitdet, dinsel bir nedene bağlanarak kutsallık yüklenerek yapılırken, altan, alta ise güç elde etme mücadelesinin sonucu yaptıkları şitdettir….
İslam coğrafyasının yaşanılanların nedeni konusunda kendi çıkarları geregi ekonomik, siyasal, sosyolojik olarak bu coğrafyada yaşayanları yönlendirerek ve aralarında ki bağı kopararak çatışma ortamlarının yabancı güçler ve savaşcılarla şitdetin bu coğrafya da beslenmesi… Bu catışmaları yine cıkarlarına hizmet edecek şekilde kamuoylarını şiddetin kaynagının İslam mış gibi sunmaları, yanıltmalarının sonucu oluşmuş bir batı kamuoyu… Batılılar için bu sunum artık gelenekselleşmiş bir politika olmuştur… Yalnız 2-3 yüzyıl yıllık gelenekler bugün catırdamaya başlamıştır. İktidarlar, devletler, artık eksisi kadar kolay zulümlerini gizleyememektedir. Neden, artık her olay ne kadar carpıtılırsa, carpıtılsın, çarpıtmalarımızın doğrultusun da bir algıyı tam olarak toplumsal algı haline getirememektedirler. Artık her yerde kamera var, her yerde ulaşım ve iletişim imkanı, zulümler deşifre ediliyor… Artık iyi eylemlerimiz de kötü eylemlerimiz de toplumlara degişik haber kanallarıyla uşlaşıyor sunuluyor artık…
Her yere iyi haberler de, kötü haberler de ulaştıkca zulüm ve sömürü düzenleri catırdıyor. Yönlendirmeye dayalı haberler, magazin, moda, reklamın artık yönlendirme olduğu gayet kolay anlaşılıyor.. Karşı çıkanlar kendi muhalefet söylemini günümüz teknik ve teknolojik yenilikleri de kullanarak toplumlara ulaştırıyor… Bu nedenle bir şey yapılacaksa insanlığa, içinde yaşadığımız topluma ve kişisel olarak bize ne maliyeti olur düşünerek karar alma dönemi başladıda geçiyor bile.. En büyük güç en büyük şitdete neden oluyor ve bu genellikle güçlü devlet organisazyonları olarak şitdet arenasında yerlerini alıyor… Bu duruma her toplum, her devlet, her kurum dikkat etmedikce inandırıcılıklarını kaybetmeye devam edecektir. Dini yorumlar olan meshepler de bundan nasibini alacaktır…
Bu nedenle uygulanan şitdete bir kılıf uydurmaları artık daha da zor görünmektedir. Artık şitdetleri maske götürmemektedir…
İnsanlığın tarihine baktığımız da sadece İslam dini mensubları degil, öteden beri insanlığın şitdet sicili bozuk, her dönem de aşagı yukarı, dinsel grublar başka dinsel gruplara ve otorite kurmak isteyen siyasal gruplar, başka gruplara güçlü devletler güçsüz devletlere, şitdet uygulamışlar bu konu da ne yazıktır ki her dönem insanlığın sicili bozuk olmuştur… Bu konuda sicilimizi temizleyecegiz mi, yoksa böyle devam mı edecegiz insanlar bu soruyu sorarak şitdet üzerine insanlığa katkısı ve kaybı nedir diyerek tekrar, tekrar düşünmelidir…
Kim teröre ve şitdete başvurmamıştır diye düşünürsek, en barışcıl öğretiler bile zaman zaman teröre başvurmuşlardır… Dilegimiz insanlık aklını başına alır ve terör ve şitdetten vazgeçer… Terör ve şittetin kaynakları arasın da bana göre başkalarını ve onların zenginlik kaynaklarını kontrol etmeye çalışan emperyalist ve kapitalist güçler ve bunların amaçlarıdır…
EMPERYALİZMİN/KAPİTALİZMİN TERÖR DE SORUMLULUĞU
Kapitalizm, para ve servet uğruna hem tanrıyı hem de insanlığı katletmiştir, Tanrı’yı katletmiştir, onun yerine yeni mal, mülk objeler koymuştur. Kapitalizmin kar ve sömürüsüne dayalı yağmacı siyasetinin sonucu sömürülmüş hissedenler için dinleri ve ideolojileri bir sığınak ve dayanak olmuş kapitalizmin öldürdüğü Tanrı’yı mazlumlar tekrar diriltmişlerdir. Dini söylemlerinin temelin de dinden çok, taraftar kazanmak ve bir araya gelmek için kullanılan propagandadır…
Kendini canavar tarafından kuşatıldığını gören yerel halklar Emperyal emellere karşı koymaya başlamışlardır. Bu canavara karşı direnişi dünya kamuoyuna İslamla bağdaştırarak terör diye sunulması ne kadar ahlakidir…
Bu işgale karşı dururken de bu insanların birlikte hareket edebilmeleri için, ya vatan, yada din bagını kullanarak yan yana gelmeleri gerekmiş… Krallık ve otoriter yönetimler nedeniyle vatan bilinci gelişmedigi içinde din bilinciyle zenginlik kaynaklarına el koymaya çalışan canavara karşı durmuşlardır… Coğrafya da gelenekselleşmiş olayları ve olguları uçlarda fanatikce yorumlamakla da birleşen kökten dinci grupların oluşmasına neden olmuştur. Doğru tepkiler yanlış yöntemlerin kurbanı olmuştur. İşgalciler bu yanlış yöntemleri kendi yanlışlarını gölgelemek için kullanmışlardır…
Haçlı seferlerine kadar gitmeye gerek yok çün ki ondan sonra bu coğrafya, Türk imparatorluğu olan Selcuklu ve Osmanlı sayesinde 300-400 yıla yakın sukunet içinde yaşamıştır. Son olarak Osmanlı'nın güçsüzleşme ve dagılmasının ertesinde İslam dünyasında da son 100-200 yıldan beri İşgaller ve karışıklıklar daha bir belirgin şekilde devam etmiştir. Bu işgallere karşı direniş hedefine yönelirse işgalcilere karşı direniş sayılabilir. Genel olarak mahsum insanları, yaşlıları, çocukları silahsız kişileri hedef yaparsa, üstelik de din adına hareket ettiğini söyleyenler tarafından, kendi bindikleri dalı kesmiş sayılırlar…
Bu meşru savunma hiçbir ahlaki ilkeyi barındırmaz kör şitdete dönerse, haklı olan gerekceler bile haksız duruma düşer..
Öte yandan batıda da bir ikiyüzlülük de yok degildir, şu olanları şitdet olarak degerlendirmeli degilmiyiz? İsrail’i, Guantanamo’yu, Maliki ile birlikte işbirliği halindeki ABD’yi, Esed’i, insansız uçakları, gemilerden atılan füzeleri düşünün… İşgal edilen yerlerdeki direnişleri kırmak için kullanılan ahlak ve hukuk dışı davranışları nereye koyacagız… Bu coğrafyanın insanları tepki vermesin mi, onlar da ellerine ne geçerse onunla karşılık veriyorlar. Ama bazen ahlaki sınırları aşıyorlar ve şitdetin tarafları birbirine benziyorlar… Şitdet artıkca nefret de artıyor, bu karşılıklı gazlama devam ederse ki öyle görünüyor… Biz insanlığı daha da bir terör olayları bekliyor gibi…
Bu son karikatür nedeniyle yapılan saldırının gerçek sebebi görünen sebeb degil birikimlerdir, kanatindeyim… Kör şitdetin nasıl gözü kör olduysa çizerlere bile saldırıyorlar…
Örnegin, Cezayir’in işgal edilmesi, İsrail’e nükleer silah teminini için teknolojik destek verilmesi, Napolyon’un askerlerinin el Ezher'e atlarıyla dalmasını ve Kur’an sayfalarını atlarına çiğnetmesinin verdiği bir batılı algısı ve bunların cezalandırılması gereginin düşüncesi işgal edilen topraklar da gün be gün taban buluyor ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır… Irak'ın işgali kolay olmuştur ama, bundan sonraki işgaller hem konjektürel hemde halkların direnişi nedeniyle bu kadar kolay olmayacaktır.
Batılılar, haçlı seferlerinde Müslümanlara, 1600-1700 lü yıllarda kendi araların da yaptıkları şitedetleri unuttular. Dünyayı ekonomik olarak sömürüyorlar ve bunun verdiği refah seviyesi nedeniyle daha yaşam ölçülerinin gelişmesi, teknik imkanların, propagan da imkanlarının gelişmesi nedeniyle onlar yaptıklarını daha bir usturuplu yapar hale gelmişler…. Yada yaptıklarını daha iyi gizlemişleridir… İnsanlığın gözüne soka soka şidete başvurmuyorlar… Buda onları daha mı medeni yapıyor?
KAPİTALİZMİN REKABETE DAYALI BÜYÜME SEVDASI
TÜKETİM SEVDASIYLA BİRLEŞEREK DÜNYA KAYNAKLARINI YOK EDİYOR
Postmodern bir dünyada yaşıyoruz değil mi? Düşünün ki arzular şelale olmuş ama bu arzu nesnelerine ulaşma imkânımız aynı zaman da bizim sömürülme nedenimiz olmuş. Bütün dünyanın zenginlik kaynaklarını kendi çıkarları için kullanırken bunun neden olduğu eşitsizliklerin düşmanlıga neden olabilecegini düşünememek biraz insan olmaktan uzaklaşmak degilmidir? Bu eşitsizliklerin ve sömürünün şitdete katkısı üzerinde daha çok durulması gereken bir olaydır…
Bu emperyalist yaklaşımlara rağmen bunlarla anlaşmayı uzlaşmayı seçen Müslümanlar veya başka halk toplulukları. Bu durum müslümanlar arasında da çelişkiye neden oluyor ve onları da ikiye bölüyor, bir kısmı bu olayları şiddetle karşılamayı tercih ederken bir kısmıda şiddeti reddedeler. Bu durum kendi araların da da husumete neden olur. İki grubun olaylara bakış acısı farklı olmasına rağmen kaynaklar dindir, dinin farklı yorumlanmasıdır.
Sınırlı bir grup İslam adına yapılan şiddetle arasına mesafe koyarak, şiddetle İslam’ın bağını tamamen koparabiliyorken... Öte yandan şiddeti açık açık savunanların da olduğu bir kesimin olduğu da görülüyor… Bazıları ise bu karikatür dergisine yapılan saldırıyı/katliamları tepkisizlikleriyle onaylamış oluyorlar. Bu tavır dinselmidir, siyasal mıdır, her olayda derinlemesine düşünülerek degerledirilmelidir…
Bu katliamlara katılanların ortak özelliklerine baktığımız da ise şunları görüyoruz… Gözü kapalı itaat ve sadakat için de oldukları ve kendi iradelerini başka bir otoriteye devrettiklerini görüyoruz… Bu ise insanın gözünün kör, kulagının sağır olması demektir ki iradesizlik ise insanı mankurtlaştırır… Yani insanı robota dönüştürür, robotsa ne proğram yüklenirse onu yapar… Batılı emperyalistleri ise zenginlik kaynaklarına ulaşma sevdası robota dönüştürmekte ve dünya şitdet ve terörle yaşanmaz hale dönmektedir…
Öldürmek ve ölmek için yola çıkanları motife eden nedenler birinde başkalarının zenginlik kaynaklarına ulaşmakken, ele geçirmekken, digerin de zenginlik kaynaklarını koruma cabasıdır… Hangisi mahsumdur tabiki koruma cabası için de olan… Ama ahlaki bir savunma ve saldırıyla….
İSLAM'IN ŞİDETE KONU EDİLMESİ
İslam’ın teröre konu edilmesi, şitdet olaylarını yapanların Allah adını anarak kameraların önünde insanları öldürmeleriyle alakası tabiki vardır… Ama aslında İslami denilebilmesi için saldırıların zalime yönelmesi gerekmektedir… O zaman sorulması gereken soru zalim kimdir, hedef ise sorusunun cevabında gizlidir.
İslam savunma hakkı için saldırıya izin verir, ama yaşama hakkına saldırmak, yurdundan çıkarmak, dine saldırmak gibi durumlarda ancak savunma ve saldırı hakkı veriri ki bu da istinai bir durumdur ve kişisel terör ve şitdetten çok ya toplumsal, yada devletler eliyle verilen kararlar üzerinden kullanılacak savunma hakkıdır ki İslam da bu hakkı tanımıştır. Şiddetin yerini ve kimlere yönetileceği konusunda ki belirsizliklerin nedeni yanlış yorumlamaya dayanmanın yanı sıra şartların da bir dayatması olduğunu unutmayalım… Ayıca Arabların olsun Ortadoğu da ki toplumların geleneksel kültürle sert mizaçlı davranışlar, bu yanlış yorumlarla beslenerek şitdeti beslemektedir, diyebiliriz…
İslam dinini ve bunun üzerine oluşturulan İslam düşüncesini şiddetten arındırmak için Müslümanlara düşen görevin ne olduğu ise, reelleşme, yeni duruma göre yorumlama yani yenileşmedir. Devamın da ise yönetimleri demokratikleştirerek şeffaflaştırılması ve meshepsel farklılıkları çatışma nedeni yapmamak için ise laiklik ilkesinin toplumsal kabul görmesi gerekir..
Karşılaştığımız her olay da tepkilerimizle kendimizi ifade edersek biz ilkelerimizi degil olayların akışında yaşıyoruz demektir… Bu durum ise provakasyona acık hale gelmektir ve sanırım birçok İslam ülkesi provakasyona acık durmaktadır..
Bir olay olduğun da olayı ilkeler üzerinden tahlil edecek bir toplumsal ve siyasal yapı oluşturmak gerekir… Böylece bir anlayışımız olur, bir ilkemiz olur buna göre olaylar karşısında tepki veririz.. Olay o zaman bizi içine çekemez, bizi kontrol edemez, biz olayı kontrol ederiz…
İnsanlık olarak, şitdetin kaynağını doğru şekilde analiz etmeliyiz, bir başka din mensubu şitdete baş vurdugunda kişisel ve topluluksal, siyasal algılanıyor da bir Müslüman şitdete baş vurduğunda ise, neden İslam sorgulanıyor burada bir art niyet hissediliyor…
Kuran, “Size kötülük yapanlara siz iyilik yapın; onların size ‘yakın dost’ olduğunu göreceksiniz” diye Müslümanlara tavsiyede bulunur. Bu anlamda Kuran, Hz. İsa efendimizin barış, tolerans, merhamet ve affetme davasını sürdürür. Dolayısıyla biz İslam dini mensubları bu kadar rahatça şitdet ve teröre baş vurmamaları gerekir, diyebiliriz… Ancak işgalcilere karşı savunma hakkı saklıdır…
“İslam dünyasının epeyce bir bölümünün işgal altında olduğu unutulmamalıdır… Bu işgal süresince yaşanılan vahşiliklerin halklar üzerin de ki etkisini yok sayamayız… Yaşanılan her türlü işkence, zulüm, tecavüz ve baskıya maruz kaldığından dolayı insanlar kendilerine yapılan bu zulüm karşısın da ne yapmaları beklenir ki…
Bizim direniş diye gördüğümüz, Batı’nın terör dediği bu olaylar da bir haklılık payı olduğunu düşünmeli, bu olayları yöntemlerinden dolayı kınanmalıdır…
İnsanlar vatanlarını ve zenginlik kaynaklarını korumasınlar mı, diye vicdanlar sormalıdır…
Uzun yıllardır yanılan işgal ve şitdetler yaşanılan toplumsal tranvalara neden olmakta ve toplumla konsesü ne siyasal olarak nede dinsel olarak sağlanamasının nedenlerinden biride bu tranvalardır…
Dünya kamuoyu bu bölgedeki olayların ve başka bölgeye yansımalarının siyasal, sosyolojik ve antropolojik temelleri de olduğu gercegini de kabul ederek bu bölgedeki olayları degerlendirmek gerek…
İslam peygamberi zırh giyen bir peygamber di… Evet zırhını giydi baskı ve saldırı olunca dogal olarak kendilerini korudular…
Son Türk İslam İmparatorlukları olan Osmanlı’da, Selçuklu’da barış anlaşmalarından sonra kimse şiddet ayetlerine başvurmamıştır…
Aynı şeyi Hz. Muhammed de Medine vesikasıyla gayrimüslimlerle anlaşma yapmış ve birlikte yaşamanın yollarını aramış ve yaşamıştır…
İSLAM KİME KARŞI ŞİTDETE BAŞVURMA HAKKI TANIR MI?
İslam zalime karşı şitdete baş vurma hakkı tanır, işte burada en can alıcı soru İslam’a göre zalim kimdir?
Kuran’dan anlaşılan düşman sadece zalimlerdir, düşman kâfirler değil, zalimlerdir… İnsan, Müslüman bir kimseye itikadından dolayı düşman olmaz. Zalimliklerinden dolayı düşman olur.. Zalimi tanımlayan açık ayetler vardır en önemli ki ölçü şudur. İ) Sizi yurtlarınızdan çıkaranlar, ii) Dininizden dolayı sizinle savaşanlar. Bunlar meşru savunma haklarıdır, zaten terör degildir… Şitdet olup olmaması ise yöntemlere bağlıdır…
YOKSUNLUKLAR ŞİTDETİ BESLER
Toplumlar yoksunluklar nedeniyle de şitdete başvurabilirler… Yoksunlukların başında ise i)Zihinsel yoksulluktur ki cahillige kaynaklık eder, cahil insanların da kendilerini doğru sanarak şiddete başvurdukları ortadadı. ii) Özgürlük yoksunluğu ise iradesizliktir ki, bunun adı birileri sizi bazı şeylere mahküm eder 3-Ekonomik yoksunluk, paylaşım sorunlarıyla da birleşince iyiden iyiye yoksulluk iliklere kadar hissedilir…
Bunların yanı sıra karar yoksunluğu ise başka bir sorundur… Kararı kim verecektir, Tanrı ilkeleri bildirmiş bu ilkelere göre kararlar alın demiştir… Yer yüzü tanrıları da diyebilecegimiz kişiler ilkeleri yorumlayarak istediği kararları alarak otorite olanların yönetimsel sorunları tetiklediği ortadadır… Din adına, toplumun idaresi için ister dini ister siyasi, ister de sosyolokjik kararların alınarak hüküm koyulması, toplumda şu üç temel tehlikenin ortaya çıkmasına ve toplumsal barışın bozulmasına neden olacaktır…
İlk tehlike Tanrı adına kim hüküm koyacak, kim uyacak, kim uygulayacak, kim ceza kesecek kim cekecek… Bir grup âlim, Allah’ın iradesi budur, diğeri alim grubu da hayır, budur, diyecek ve sonrasında birbirleriyle ve taraftarlarıyla çatışacaklar, hatta tekfir edecekler bu taraf siz kâfir oldunuz, zındık oldunuz diyecek karşı tarafa, karşı taraf da bu tarafa aynı suçlamalarda bulunacak… Barış içinde yaşama zorlaşacak ve iç savaş çıkacaktır… İkinci önemli tehlike ise, Tanrı adına yönettiğini iddia eden kişilerin neden olduğu totalitarizmdir ki… Zira Tanrı adına hükmediyorsanız sadece Tanrıya karşı sorumlusunuz demektir. Üçüncü tehlike ise siyasallaşan dinin yönetim tarafından baskı aracına dönüştürülmesi ve din istismarı yapılmasıdır. Bütün bunların çözümü ise demokrasi ve laikliktedir…
MÜSLÜMANLAR VE DEMOKRASİ
Demokrasinin en önemli özelliklerinin başın da güçler ayrılığı ilkesi gelir, devamın da ise yönetimlerin, şeffaflık için de, denetlenebilir, eleştirilebilir olması başlıca özellliklerdendir… Ayrıca güçlü ve bagımsız bir medyada haberleşmehakkı için gereklidir. Böylece yönetimlerin yozlaşmadan, otoriterleşmeden hukuksal sınırlar için de kalması sağlanır ki, aslın da hukuk ve adalet dinin de emirlerindendir…
İki örnege bakalım biri Mursi ve Mısır, digeri ise Tunus’ta, geçmiş 50 yılda laiklik tecrübesi olan Tunus'ların, demokrasi iyi daha işletebilmesiydi. Tunus da iç savaş olmamasının sebebi büyük oran da laiklik geçmişinin olmasıdır.
İslamın izin verdiği ama, otoriter rejimlerinin halklarını daha çok baskı altında tutmak için yönetim ilkesi olarak ülkelerin de istemedikleri Demokrasi ve laikligin İslam toplumu için şuanda yaşanılan kaosdan kurtulmanın yolu olduğunu görülüyor… Bu nedenle tüm İslam alimleri bu iki konuyu toplumlarına nasıl eklemleriz diye kafa yormaları gerekiyor… Laiklige daha yakından bakacak olursak….
İSLAM VE LAİKLİK
İslam ne demokrasiye, nede laiklige engel degil hatta laikligi Kafirun süresin de ve dinde zorlama yoktur ayetlerine bakarak önerdiğini de söyleyebiliriz…
Irak’ da laiklik olmuş olsaydı demokrasiye daha kolay geçebilirlerdi.
Laiklik, politikada, dini değer, sembol ve kavramları aleni olarak kullanmamayı gerektirir. Sen dini kuralları, kendin için kendine oku, bana, adaletle ve ahlaki gerekçelerle yönetmek için gel… Bu ne İslam’a ne de akla terstir… Hükümetin, devletin icraatları doğruysa, yani hukuka, maslahata uygunsa bu İslam’ın kendisidir. Bir devletin yaptığı şeylerle şeriatın maksatları aynıdır. Şeriatın nedir: Malın, canın, namusun, ırzın ve aklın korunması. Bir devletten bunların dışında biz ne bekliyoruz?
Ben onları değil, hukuk devletini, imzalayacağımız toplum sözleşmesini kast ediyorum. Bunun avantajı, açıklığı ve tashih etme imkanı vermesidir.
Laiklik ve demokrasi yönetenlerin din sömürüsünün önüne de geçilmesinin gereklerindendir.
MÜSLÜMANLARIN AHLAK SORUNU
Biz Müslümanlar Tanrı’yı ibadetlerimizle kandıracağımızı sanıyoruz nedir? Hem dindarız, hem ibadetler yapıyoruz, aynı zamanda da bu kolay ahlaksızlık ve adaletsizlik yapıyoruz…Acaba ibadetlerimiz nedeniyle tanrı biz ne yaparsak yapalım affeder mi yanılgısı içindeyiz?
Kabul edelim ki bir ahlâk ve adalet zaafiyet içindeyiz, bunu ne yazıkki geleneksel hale getirmişiz. Bunun kaynagı ne olabilir derseniz bana göre…
Anlamadan yapılan okumalar, biz de imani zayıflığa, imani zayıflık ise, irade zayıflığına, Müslümanca irade zayıflığı ise ahlak ve adalet zaafiyetine dönüşerek topluma yansıyor. Bunu kabul etmezsek artık bu kültürümüz olacak gibi…
Türkiye’de önce alimler aydınlar ahlaksızlığı/adaletsizligi, zulmü iyi tanımlamıyorlar, ne halka neden kendilerine yapılanların, yaşanılanların bir çoğunun ahlaksızlık, adaletsizlik ve nihai olarak zulüm olduğunu anlatmıyorlar…
Biz cesaret edip de halkımızın övündüğü dindarlığının içeriğinden bahsetmiyoruz. O hale gelmiş ki dindarlık eşittir namaz, oruç, hac, başını örtmek, sakal bırakmak olmuştur dindarlık gercekten de bu mudur? İbadetler dinin kaçta kacını oluşturuyor diye sorarsak herkes farklı bir cevap verir ama dinin yüzde %10 - 15’ini geçmez. Din dediğimizde Tanrı’ya iman ederek, ahlak ve adalet üzere iyi, doğru, güzel işler yapmak gerektiğini anladığımız da bir çok sorunumuzu çözeriz… Ama ilk yapmamız gereken ahlaksıza, ahlaksız demek olmalıdır!
Bizde yaşanılanların 1/10 demokratik hukuk devletinin geçerli olduğu herhangi bir ülkede örnegin Almanya’da olmuş olsa kıyamet kopardı adeta… Bunun için demokrasinin olmazsa olmazı şefaflık ve denetim gerekmektedir…
İSLAM TOPLUMLARIN KAMU DENETİMİ EKSİKLİGİ
Bir ülke düşünün nerde olursa olsun biri 1.000.000'a araba alıyor digeri 700.000 liralık saat takılıyor… Bu alanlar ve takanlar kamu adına hareket edenlerse acilen hesabı ve kaynagı sorulmalı, degil mi? Soruluyor mu? Diyelim ki meşru kaynaklarla elde edilen para, ama bu toplumdan kazanılan bu toplumun parası kendi paraları bile olsa bu kadar rahat harcanması ve lükse bulaşılması Müslümanım diyenlere yakışmamaktadır…
Bu yaşanılanların kaynagı aslında şu olsa gerek, demokrasimiz, denetimle, şeffaflıkla, demokratik ölçülerlerle gerçek bir hukuk devleti olmuş olsaydı, şu yaşanılan keyfiliklere kimse cesaret edemez. Cesaret edenlere de toplum izin vermezdi…
Ne ihaleler, ne hukuk normal yasal çerçevede işlemiyor, bu durum da ise adaletsizlik ve ahlaksızlığın hep kapısını acık bırakıyor… Bu kapıyı ancak şeffaflıkla yapılacak denetimlerle bu kapı kapatılabilir…
Hepimizin acil ihtiyacımız, ideolojik pozisyonlarımızı, dinlerimizi, mezheplerimizi ahlak ve adalet ölçülerine göre açık, şeffaf, uzlaşıyla yaratılacak bir hukuk sistemi talep eder halde yaşamımıza taşımalıyız… Ancak böylece dinimizi hem terörün, hemde yolsuzlukların yüksek olarak yaşandığı dinler arasıdaki dinlerden kurtarabiliriz…
SONUÇ OLARAK
Bu nokta da biz Müslümanlara düşen görev dinlerinin terörle anılmasına neden olacak ister kendi içinden fanatik yorumlarıyla katkı sunanlar olsun, ister emperyal nedenlerle verilen mücadelelere karşı yapılan eylemlerin içinde ahlak ölçülerini aşanlar olsun, siyasal güçlerine dayanarak kamu kaynaklarıyla yarıcalık yaratanlar olsun bütün bunlara karşı çıkarak İslamla terörün, yolsuzlukların aynı karede anılmasına izin vermemeliyiz…
Ayrıca çevre sorunlarına karşı duyarlılı bir Müslüman tipi için kuran da kirlilikle ilgili ayetleri, Allah'ın sünetullahını bozmamayı öneren ayetler gibi çevreyi ilgilendiren ayetleir öne çıkararak, İslamın çevreye duyarlı bir Müslüman olmasını istediğini ve bu bilinci İlam toplumlarına yayararak çevreyle daha çok ilgili din ve mensubları olarak da cağdaş dünyaya söyleyecegimiz sözlerimiz var bu konuda da eksiklikler içinde olduğumuzu söyleyebiriz..
Şu an en azından benim kişisel kanaatim bunlardan(Teröre karşı net tavır, adaletsizlige ve ahlaksızlıga karşı net tavır, çevre sorunlarına karşı net tavırdam) uzagız, siyasilerin de bir bölümü bu durum da… Kuranın baştan sonra mesajı ahlak ve adalet üzere, bütün canlıların haklarına riayet üzere yaşamayı ögütler… Tanrı bizden, imanlılardan, adalet ve hukukun içinde yaşamamızı ister… Ahlak ve adalet üzere iyi, güzel doğru işler yaparak yaşamak dilegiyle selam ve seviglerimle…
Sıtdık Fani – Ocak 15 --- www.vtandasfikri.com
Kaynak: Prof. İlhami Güler – t24 röportajı - http://t24.com.tr/haber/islamda-yeniligi-savundugumuz-icin-oryantalist-comezleri-bati-usaklari-diye-itham-ediliyoruz,283420
|
|
|
Bu Üyenin Diğer Yazıları |
|
|
|
Reklam |
“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur."
M.Kemal Atatürk
Adrese Git |
|