DEVLETİN DİNİ, OLUR MU, OLURSA HANGİ DİN OLUR?
(Müslümanların “Medîne-i Fâzılası” Nerede Kurulmuştur?)
Devletin dini olur mu, yada mevcut devletlerin dini var mı, varsa hangi din veya dinin hangi yorumu, İslam devleti, Hristiyan devleti, Yahudi devleti olur mu, olursa nasıl olur? Ya da şöyle düşünelim, bu ön kabulle hukuk ilklerine yaklaşalım, Allah ilkeler gönderdi, bu ilklerden, ülkeler yasası çıkarmamız gerekecek kim çıkaracak ki? Hangi mezhep, hangi siyasal güç, hangi alim/bilim insanları çıkaracak? Onların çıkardığını herkes nasıl kabul edecek? Şuanda biz dini bir yönetimiz diyenlere bakalım ne kadar dini ilkeler içinde yönetim, toplumsal düzen kurmuşlar, kurulanlar ne kadar dini ilklere sadık kalmışlar görelim mi? Diniyiz diyenler mi, yönetim başarısı içinde, daha barışçıl toplumsal düzen kurmuşlar? Akliyim, akliyiz diyerek hem dinden, hem toplumu genel olarak örfünden, hem de evrensel olarak, insanlığın hukuk birikiminden yararlananlar mı, daha iyi hukuk düzeni kurmada başarılı olmuşlar? Bu kadar soru yeter mi, yetmez şu can alıcı soruyu tekrar soralım, “devletin dini nedir,” bunu sık, sık sormamız gerekir… Hadi sorduk soruları, gelin hep beraber arayalım cevapları, ben bir, ikisini cevaplayayım, bazı yazarlardan yardım alayım, siz bir ikisini böylece devletin diniyle ilgili bir bilgimiz, bilgiye dayalı düşüncemiz, düşüncemize dayalı kararımız olsun, ne dersiniz?
Devletin dini ilkeleri hukuktur, devletin dini ise hukukun(Şeriatın) sonucu olan adalettir, o zaman adil devlet dini ilkelere de uyan devlettir… Hukuk devleti olma demek, ilahi, insani/akli ilkelere dayalı olarak adalet devleti olma demektir… Kısaca şuna bakarak devam edelim mi, adalet/hukuk devleti ne zaman insanlığın gündemine girmiştir? İlk belirtileri Daha eskileri Yunandan alsak 2300-2400 yıla, semavi dinlere dayansa 2000 yıl, 1400 yıldır, erdem, ahlak, ölçülülük ve iyi, güzel olanı savunma için cesaretli olma gibi düşünceler hep olmuş… Öteden beri var olsa da ilk hukuka, adaletle dayalı, insan hak ve özgürlüklere dayalı devlet anlayışının tarihi daha kısadır diyebiliriz… Biz bu konuda Hüseyin Hatemi hocadan yardım alalım mı?
“Hukuk Devleti terimi Almanya’da, Fransız Devrimi sonrasında ve 19. yüzyıl başlarında doğdu, Hukuk devleti terimi de, bunu İslam Düşüncesin de karşılayan Medîne-i Fâzıla terimi de pek fazla duyulmuyor..” Filozofların kitaplarında saklı duruyordu..
“Batı’da da bizde de “Hukuk Devleti” terimi Anayasalar’a giremeden uzun süreler düşüncelerde kaldı. Ancak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, “küllerinden dirilme”ye mecbur kalmış Almanya’da “Hukuk Devleti” terimi hatırlandı. Aslında Almanca’da “recht” terimi sadece “pozitif hukuk”u değil, Arapça’da olduğu gibi “doğru”yu, “olması gereken”i de ifade ediyordu.” Müslümanca düşünürsek, Şeriatı (Hukuku) Müslümanlıkta dinsel yasa ve kurallar olarak düşünürsek, bırakalım kendine İslam hukukuna uyan devlet diyenleri, biz kişisel olarak düşünelim ne kadar dini kurallara uyabiliyoruz? Yada çoğunlukla uyuyor muyuz, uymuyor muyuz? İşte kendine İslam hukukuna uyan devlet diyenlerde öyle, onların iktidarını, parasını, gücünü korumak gibi kutsalları var ve hukuktan, şeriattan sık sık uzaklaşıyorlar, hatta hiç yakınlaşamıyorlar… O zaman demek ki mutlak/kutsal bir hukuk sistemi yok, insanlığın ortak mirası olan hukuk sistemleri var ve devletler bunları yazılı hukuk kuralı olarak anayasalarına, kanunlarına yazdılar ve bu yazılı hukuk kuralarına uymaya devlet aklı, devleti yönetenler de bu hukuk kuralarına uymaya söz vererek yönetime gelirler veya yönetirler… BU yönetici sınıfı, sermayeyi elinde bulunduran ekonomik olarak güç olmuş sınıfı nasıl denetleyeceğiz sorunu üzerine odaklanmazsak… Bunun da güçler, erkler ayrılığıyla mümkün olduğunu anlayamazsak, olan hukuk sisteminin adaletsizliklerine sadece methiye düzeriz… Güçler ayrılığı demek hukuk devleti demektir, hukuk devleti demek siyasal ve toplumsal hayatın, bağımsız yargı eliyle, hukuk denetimine acık olması demektir… Şimdi bizde ne zaman hukuk devleti, güçler ayrılığı anayasamıza girmiştir derseniz?
Almanya’dan 10 kadar sonra 1961 yılında, “hukuk devleti” anlayışı anayasamıza girmiştir… İster devleti kutsayarak, ister iktidar gücünün gölgesinde bırakarak, ister yasama, yargı, yürütme arasında denge denetimi unutarak, hukuk devleti kurulamayacağını anladığımızda, gerçek hukuk devletini inşaa edebiliriz düşüncesiyle..
“Hukuk Devleti” kavramının sadece Anayasaya geçmesi yeterli değildir, bunun kuramsal ve toplumsal bir bilince, kültüre dönüşmesi ancak böylece uygulamalarda ki eksiklikleri giderebilecektir… 1961 yılında Anayasamıza giren bu kavramdan bugüne 59 yıl geçmesine rağmen bu terim ne toplumsal bir bilince, nede kurumsal bir kültüre doğru yerleşebilmiş değildir… Farabi “Medîne-i Fâzıla”sı 941-942 yılında yazdığı varsayılırsa, 1079 yıldır, Müslüman zihne ve topluma yerleşmiş değildir… Acaba biz Müslümanlar nerede Medîne-i Fâzıla mızı kurduk? Bin yılı aşkın süre geçtiği halde, kuramamış, zihnimize ve toplumumuza yerleştiremediğimizi unuttuk. Şimdi aynayı döndürelim mi, bize, bizden saydıklarımızın İslam hukuku dedikleri uyguların toplumlara yansımalarına… Yine Dini hassasiyetleri yüksek bir hocamız olan Hüseyin Hatemi hocanın düşüncesiyle…
“Tabiî Hukukçu” olduğunu söyleyenler de çoğunlukla Tabiî Hukuk’u yanlış anlayanlar veya kasten yanlış anlatanlardandır. Hatta bazılarına göre “Tabiî Hukuk”, “Orman Kanunu” demektir. İslam ülkeleri de Farabi’ler yetiştirecek yerde Kaideciler, DAİŞ’çiler yetiştirmektedir. Daha doğrusu “yetiştirtilme”sine engel olamayacak bir zihnî dağınıklık içindedir. İslam Ceza Hukuku, Aile Hukuku, Kamu Hukuku alanında yazılanlar “içler acısı” bir görünümdedir. Dini hassasiyeti yüksek bir kişi olan hocamız bunları görüyor, bunları diyor…
“Tabiî Hukuk, İlahi Sevgi’nin Hukukudur. Yeryüzü sevgi sınavı salonudur. Sınav düzenini sağlamak, doğru cevap verilebilmesi için gereken temel ilkeleri öğretmek için Tabiî Hukuk vardır. Tabiî Hukuk’un üç temel ilkesinden birincisi, “Eşitlik Adaleti” ilkesidir. İnsan onurunda her insan eşit durumdadır. İkinci ilkesi “Hakkaniyet” ilkesidir. Üçüncüsü de “Dürüstlük” ilkesidir. Her ilkeye bağlı alt ilkeler de vardır. Hukuk fakültelerinde “Doğru Hukuk” ilkelerinin öğretilmesi gerekir. Hukuk fakülteleri Tabiî Hukuk’u esas almadıkça gerçek hukukçu yetiştirilemez. Öğretenlerin de önce kendilerinin bilmesi ve inanması gerekir. Bunu nasıl sağlayacağız? Toplum bilincinde bir iyileşme olmadıkça, iyiye doğru gelişme de olacak değildir. “
Bu hukuk, adalet üzere hatırlatmalara son olarak şunu ekleyelim mi, şeriat,(hukuk) Kuran’daki ayetlerden, Peygamberin uygulamalarından, sözlerinden, çıkarılan, yorumlanan, dinsel temellere dayanan Müslümanlarca ortaya konan, dine dayalı hukuk, fıkıh, sosyal kurallar, yasalar diyebiliriz… Bunu dediğimizde, şunu da demeliyiz, acaba günümüzde dini kaynaklardan çıkarılan kuralların ne kadarı dini, ne kadarı iktidar sahiplerinin, mal ve mülk sahiplerinin isteğine göre, bunun üzerine düşünmemiz gerekmez mi?
İşte bu kuşkuları, birde yanlış uygulamalar beslediğin de, din dışı, yönetici ve sermaye sınıfının çıkarı içi, bir yönetim tarzı Müslüman toplumlara şeriat diye dayatılmaktadır… Bu hukuk(şeriat) kuralları adil mi, sorusunun cevabı ise, çok zaman bu sizin kaderinizdir olmaktadır… Gerçekten de varsılların hukuk kuralları, yoksulların kaderi mi? Selam, saygı ve Sevgilerimle..
Sıtdık Fani – 14.3.2020 – vatandasfikri.com
Kaynaklar
1* Hüseyin Hatemi- huseyinhatemi@karar.com - https://www.karar.com/hukuk-devleti-1511764
2* Taha Akyol’un, Ali Bardakoğlu ile Röportajı Karar Gazetesi- https://m.karar.com/gorusler/devletin-dini-adalettir-1409379
3* https://sozluk.gov.tr/
5* https://islamansiklopedisi.org.tr/el-medinetul-fazila
|