DİNİN İNSANDAKİ (TOPLUMDAKİ) ETKİSİ NE OLMALIDIR?
Din insanı düşünsel ve davranışsal geliştirmek üzere vahiy edilmiştir, insanlar bu durumu bile çatışma nedenine çevirmişlerdir.. Siyasiler otoritelerini din üzerinden güçlendirmiş, güçlüler dini kendi güçlerini korumak üzere yorumlamışlar, gelinen noktada din, dini ilke ve değerler insan için görevini yapamaz hale gelmiştir. Bunu gören bazı topluluklar laikliği siyasal yönetim sistemlerine eklemişler, buna demokrasi bilincinide ekleyerek, devleti kendi adına yönetsin diye seçtiği kişileri güçler ayrılığına dayalı siyasal ve hukuk sistemiyle denetlemeyi de ihmal etmemişlerdir. Biz denge denetim, firen gibi otoriteleri sınırlayacak mekanizmalar geliştiremediğimizden dolayı devleti yönetmek için seçtiklerimiz çok kolay toplumsal ve kişisel hatalar yapar hale gelmişler… Bu hatalar çogalarak bize ciddi ekonomik, siyasal, sosyal yaralar acmıştır, bu yaraları yine akıl ile, felsefe ile, hukuk (şeriat) ve din ile bunlardan toplumsal ve kişisel hayata etki edecek hukuk ile ahlak ve adalet ile bu sorunları akıl ve barış içinde aşabiliriz… Bunun için insanlığın yeterince bilgi birikimi var, hiçbir şey bilmiyorsak da yapay zekaya sorarız ne öneriyor bu konuda…
Filozofların ve peygamberler söyledikleri o zamandaki insanlık durumlarında hukuki, ahlaki en doğru olan hakikatleri içerdiğini düşünürsek… Bu hakikatler üzerinde insanların konsensüs sağladıkları ahlaki, hukuki, adaleti hakikatleri inşaa etme çabası aslında düşünsel çalışmalara dinsel katkılar olarak da söylenebilir.. Daha iyi bir yaşam için daha iyi yaşam kuralları, daha çok teknik bilgi alış verişi karşılıklı olmuş, bu alışverişte kim daha iyi bilgi ve hukuk düzeni kurabilmişse o toplumlar daha iyi yaşar hale gelmiştir.. Öte yandan insanın aklını, doğasını, vicdanını hesaba katmayan birçok düşünce, inanış etkisini yitirmiş, yitirmeye de devam etmektedir… Biz toplum olarak insanı yok sayan inanç yorumlarıyla, siyasal düşüncelerle mücadele ederek, daha iyi arayışlarının düşünsel önünü açarak yaşanılan ve yaşanılacak olan sorunlarımızı aşabiliriz diyerek başlamak gerekirse… Konuya dini acıdan yaklaşarak devam edecek olursak…
Dinin temel kaynağı vahiy kesildikten, peygamberi öldükten sonra, Tanrı’nın sözlerini işlerine geldiği gibi yorumlayan iktidar sahipleri, zengin ileri gelen zümre, adeta dini kendi amaçları doğrultusunda bozmuşlar, oluşturdukları dini anlayış ile yaşamın devingen dinamizminin doğurduğu ahlaki sorunları çözme kapasitesinden dini yoksun bırakmışlardır… Bunun yerine Tanrı adına konuşmuşlar, hatta çok zaman Tanrılık taslar, hale gelmişlerdir… Efsaneler yaratmışlar, keramet ehli diye, karizmatik bir eda ile insanlığa şiddet, zor, iradeye saygısızlık, terör ve savaş uygulanmaya başlamışlardır… Oysa İnsanın fıtratı geregi, akletmek, din-iman daha iyi yaşam üzere soru sormak ve irade üzere düşünceli, ahlaklı sorumluluk sahibi olmakken varken irade kalktıkca sorumluluk, sorumluluk kalktıkca ahlak kalkmış.. Tersi olmuş kör inanç, taklit, çaresiz teslimiyet fakirlige bile şükretme, zulüm karşısında mücadele degil sabır önerileriyle adeta insan akıl ve düşünsel acıdan hadım edilmiştir diyebiliriz… Bu hadımlık durumu ahlaksızlığın adaletsizligin zulmün kaynagı durumuna gelmiştir…
Bunun birde siyaset eliyle, devlet eliyle yapıldığının düşünülmesi, devlet aygıtını elinde tutan ve kendini din ve vahiyle aynılaştıranları siyaset alanında devletin gücüyle Tanrının gücünü birleştirerek neler yapıldığını insanlık tarihinde görülmüştür. Hristiyanlıkta “Kilise”nin kendini Tanrı (Hz. İsa) nın vekili, hatta onu bile geçen, Tanrı adına dünyada birkaç kişide bedenlenmiş hali olarak görülüp, devlete hükmettiği zamanlarda yaşanmış, adeta Tanrı adına insanlara zulmedilmiştir.. Örnek vermek egrekirse, Fransız kıralı 14. Louis: “Devlet, benim, “Tek kral, Tek yas ve Tek inanç” diyerek, bunu topluma dayatmış, kabul etmeyenleri ise Tanrıya ve onun seçilmiş kuluna karşı geliyor diye zulmetmiştir. Bu örnegi çogaltabiliriz, İslam tarihinde de durum yaklaşık olarak buna benzemektedir… Abbasi Halifeleri, kendilerini Tanrı’nın Gölgesi (Zıllullah); Şii imamlar da kendilerini Allah’ın Delili (Huccetullah), Yol Göstereni (Mehdi) veya Allah’ın İşareti/izi (Ayetullah) yani onun “temsilcisi” olarak görmüşlerdir. “Halife” kavramı da, dinsel olarak, Hz. Muhammed’in “temsilcisi” olarak görülmüş, bunlar kutsanmıştır. Bu itiraz edenler kafir ilan edilmiş, ciddi cezalara, işkencelere maruz kamışlardır… Allah korusun, bu kişi ve kurumlar bunları tanrı adına yaptıklarını ve Tanrının böyle emrettiğini söyleyerek bu menfi işleri yapmaları ise hem Tanrıyı adaletsiz gibi, hemde dini sorun çözen degil sorunlara neden olan bir inanış yapısı gibi sunulmasına neden olmuş, günümüzdede olabilir… Burada direk İlhami Gürel hocaya okuyarak devam edelim …
“”Tevhit, Vahdet, Ehadiyet (teklik, birlik, bütünlük) gibi vurgular ancak, Allah’ın şahsiyeti söz konusu olduğunda anlamlıdır. Siyaset alanında son derece tehlikelidir. Toplumsal adalet ve eşitlik, hukukla siyasal erk tarafından sağlanır; ancak “birlik”, “bütünlük”, kendiliğinden “oluşması” istenir, umulur, arzu ve tavsiye edilebilir; yapılmaz, sağlanmaz, zorlanmaz. O takdirde şiddet ve totalitarizm ortaya çıkar.”” Şimdi buradan anladığımız Allah’ın tekligi iken burada dinler ve cemaatler kendi yorumlarının tekligi üzerine işaret etmektedirler… Ayrıca adalet konusunda ise hem kendi aralarında sorunlular, hemde başka başka toplumlara karşı sorunlu oldukları görülmektedir… Dinin uygulanmasında görülen ise genel olarak şudur.
İstisnaları vardır, bunları bir kenara koyarak, ünlü sosyolog, felsefeci dini cemaatleri şöyle tanımlar… Erich Fromm şöyle tasvir eder: “İster ilkel kabilesel, ister ulusal, isterse de dinsel yapıda olsunlar, örgütsel/cemaatsel yapıların çoğu, kendi varlıklarını sürdürmek ve önderlerinin gücünü yüceltmek isterler. Müntesiplerini, kendi örgüt/cemaatlerinin dışında yer alan ve kendileri ile çatışan başkalarına karşı ayağa kaldırmak için, müntesiplerinin doğasında var olan ahlak duygusunu sömürürler. Ama bir yandan da müntesiplerinin ahlak duygusunu ve yargılama yeteneğini boğmak için kendi grubunun ahlaksal tutsağı durumuna getiren ensest türü bağlardan yararlanırlar. Böylece kişiler, ahlak ilkeleri başkalarınca çiğnenince, şiddetle karşı çıkarken; aynı ilkelerin, kendi gruplarınca çiğnenmesine ses çıkarmaz hale gelirler. Bütün büyük dinlerin, bir din bürokrasisince yönetilen kitlesel kurumlar haline gelir gelmez, özgürlük ilkelerini çiğnemeleri ve saptırmaları, bu dinlerin bir trajedisidir.” (Erich Fromm, Psikanaliz ve Din, зev: Ş. Alpagut, İst, 1990, s 82). Kendi ahlaksızlıklarına, adaletsizliklerine bir meşruluk bulurlar. Bunuda genel olarak dini cemaat liderinin kerametlerine bağlarlar ve yarın mahşer gününde size sahip çıkacak diye grup elemanlarının tüm yapılanları görmezden gelmelerini sağlarlar. Oysa dinler, dinimizde dahil, emaneti ehline ver, adaletli, ahlaklı ol, sev, siyasal alanda, yönetimde, ortak akıl ve oydaşma ile kurum kurmak, kural (hukuk) geliştirmeyi önerir… Demokrasi kavramı da, şura ve meşveretin üzerinden bunu ifade eder. Demokrasinin temel ilkesi, belirgin bir kuvvetler ayrılığı ise yasama, yürütme ve yargı kurumlarının birbirinden ayrılması ve aralarında bir denetleme ve dengenin kurulması, insanlığın geliştirdiği siyasal, hukuki, adaleti, ahlaki ve siyasi düşünsel, kurumsal gelişmelerdir, bu kurumlar toplumsal düzeni ortak birikime, bilgiye, akla dayalı olarak denge ve denetim içinde işletirler. Oysa dinin toplumsal hayata yansıması iktidarların, iktidar bagımlısı dini düşünürlerin yorumlarıyla olmaktadır… Bu yorumlar dinin kendisinden de uzaklaşmaktadır..
Günlük (Real) politikada dini değer, sembol ve kavramlara (Örneğin: Allah/Tevhit, İslam, Şeriat, Hz. Muhammed/Hadis-Sünnet
1- Dogmatizm: Tanrının mutlaklığına inanan müminler, onun söylemlerinin (vahiy) de mutlak olduğuna inanmakta ve kendi “yorum”larını, yüzde yüz olarak Tanrı’nın görüşü olarak görebilmektedirler. Hristiyanlıkta Kilise, İslam’da Hariciler, günümüzde İŞİD ve Tarikatlar (“Gavs’ın sözü, Allah’ın sözü gibidir.”) bunun tipik örnekleridir. Bunların ne kadarı Tanrı sözü, ne kadarı Tanrı sözüne uygun yorumlar, ne kadarı kendi güçlerine güç katmak için din dışı yorumlar bunları bilebilmek için dini bilmek gerekmektedir. Biz sade vatandaşlar ortalama dini bilgimizi yükselterek dini kendi çıkarları için aşırı yorumlayan kişilere karşı hem kendimizi, hemde dinimizi savunabiliriz…
2-Din İstismarı: Dinin değerlerine sözde/görünüşte değer verdiğini söyleyen bazıları, bunları kullanarak kendine çıkar, güç, prestij temin edebilmektedir. Örnek vermek gerekirse, Muaviye’nin, Hz. Ali ile olan savaşında “Aramızda Kur’an hakem olsun” diyerek, askerlerinin mızrakları ucuna Kur’an yaprakları taktırması gibi tarinten ve günümüzden binlerce örnek bulunabilir ve görülebilir.
3-Şiddet ve İç savaşın nedenlerine baktığımızda dinin aşırı yorumlarla toplumsal fitneye ve iktidarı koruma ve iktidara gelme aracına dönüştürülerek, mutlak hakikatin kendinde olduğuna inananların gerçek mümin olduğuna böylece Tanrı rızasının kazabilecegine, kendi gibi düşünmeyenleri kafir ilan ederek onlara karşı rahatça şiddet ve zor kullanabildikleri, adaletsizlik hakkı doğduğuna inandıkları görülmektedir... İslam’ın erken dönemindeki büyük Fitnelerin neden olduğu iç savaşlar ve Kilisenin orta çağda yarattığı Din ve mezhep Savaşları örnek gösterilebilir… Bütün bu yaşanılanları dinin akla, zamana, zamanın zihnine ve bilgisine göre algılanamamasından kaynaklanmaktadır diyebiliriz… Bu din dışı dini yorumların uygulamalarından uzak kalabilmek için günlük siyasal dilin kamucu, toplumcu bir dille, ahlak, adalet, akıl merhamet, hoş görü ile ilkesel olarak temellendirilmesi, hem İslam’a hemde diger dinlere daha uygun olacağını söyleyebiliriz… Böylece maslahata dikkat, marufa riayet edilebilinecektir...
Çağdaş İslam dünyasında Demokrasi, eğer kabul edilebilirse en fazla, seçim/sandık (%50+1) ile Tek-adama/lidere/karizmaya tam yetki vermek olarak işletildiği görülmektedir. Oysa güçler ayrılığı, kurumların denge ve denetimi demokrasşnşn temel ilkeleridir bilinir.. Ayrıca 2500 yıl önce Sokrates, onca bilgeliğine rağmen: “Bilmediğimi biliyorum.” Diyerek beklide bilginin sürekli geliştiğini, çogaldığı kastederek bilmeye devam ediyorum demiş olabilir. Bizde dinimizi, dinleri bilmeye devam ederek dinin insan toplumları üzerindeki olumsuz etkilerini azaltarak, olumlu etkilerini çogaltabiliriz..
Bazı siyasetcilerin kendini Din, Tanrı, Hakikat yerine yorumlarına dayanarak, başta hukuk olmak üzere, din, bilim, iktisat, teknik, sanat v.s alanlarını kendi kontrolüne, iktidarlarını destekleme araçlarına çevirmeye çalıştıkları görülmektedir. Oysa din, hukuk, hakikat, bilgi ve akıl sınırlar da çizmektedir ve daha çok güçlülere sınırlar çizer…
Sonuç olarak, ister yönetimlerin, ister zengin zümrelerin sınırlarını çizen bazı ayetler ile devam ederek yazıya son verelim…
“”Âl-i İmrân / 104 Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.””
“”Âl-i İmrân / 110 Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.””
“”Bakara / 188 Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hakimlere aktarmayın.””
“”Bakara / 224 )Yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanız, sakınmanız ve insanların arasını düzeltmenize Allah'ı engel kılmayın. Allah işitendir, bilendir.””
“”Âl-i İmrân / 134) Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.””
“”Nisâ / 58 Şüphesiz Allah, emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.””
Daha bunlara benzer yüzlerce ayet, maun süresi, ileri gelenlerin şımarıklıklarına vurgu yapan ayetler dinin güçlüyü sınırlandırdığı, güçsüzü koruduğu ve dinarlara da böyle yansıması gerektiğini söyleyebiliriz…. Bu Laik hukuk sisteminede uygun bir dini anlayış olabilir ve toplumumuzda, toplumlarda laikler, dindarlar fitnesininde önüne geçilmiş olur ki.. dinin daha iyi yaşama amacınada uygundur… Daha iyi kişisel ve toplumsal bir yaşamın toplumumuzda da yaşanması dilegiyle.. Selam ve Sevgilerimle..
Sıtdık Fani – vatandasfikri.com – 20.11.2023
Kaynaklar
1* https://www.karar.com/gorusler/tevhitin-politik-alandaki-tehlikeleri-uzerine-1808559
2* https://www.kuranmeali.com/Arama.php?kelime=maruf&meal=transliteration&sure=hepsi&tip=hepsi
|