KUT’UMUZU KAYBETMEK!!!
KÜLTÜRÜMÜZDEN VAZGEÇMEK!!!
Evet, nedir bu “KUT” her şey desek abartmış sayılmayız, bize ruh veren, şuur veren hayatı okumamıza yardım eden yol gösterici, bizi biz yapan ülküler, idealler… Hayat da karşılaştığımız olaylara karşı nasıl tavır takınacağımızı bize vaaz eden yol göstericiler… Bunu kaybedersek ne olur? İşte bugün ki toplum ortaya çıkar, yalan, yolsuzluk, çalmak, ayrımcılık, adaletsizlik, ahlaksızlık hukuksuzluk, saygısızlık sevgisizlik, bizim olanları unutmak… Bütün bunları yaptıran Kut’suzluk, Kültürsüzlüktür…
Şimdi, “Kut’a” biraz daha yakından bakalım mı?
Hem Çin, kaynaklarından hem de İran, kaynaklarından Türklerle ilgili nakledilen bilgiler de bu menkıbeye yer verilmektedir… Coğrafi uzaklıklarını düşündüğümüz de iki kaynak da bir birbirinden habersiz olarak Türkler hakkın da bu menkıbeyi nakletmişlerdir… Demek ki o tarih de Türkler bu menkıbeyi önemsiyorlardı… Kutlarına sahip çıkıyorlardı.
Menkıbeye göre, Dokuz – Oguzler evvelce Kamlancu, denilen bir yer de otururlarmış, burada Tuğla ve Selenga adın da iki ırmak akarmış, Bir gün aniden oradaki iki ağacın üstüne gökten bir Nur sütunu inmiş, Bu ağaçlardan biri Sümü yani Kayın ağacıymış, diğeri de Fusuk, ağacı (Cam Fıstığı, ya da Funduk, fındık agacı) imiş… Bu ağaçların dini ve sihri kudretleri, özellikleri bu gökten inen nurdan gelirmiş… Bu ağaçlardan birinin karnı şişmiş ve dokuz ay on gün sonra ağacın karnın dan bir kapı açılmış, ağacın için de gümüş emzikler bulunan 5 çocuk görünmüş… Daha çocuklar dogmadan ( o kapıdan çıkmadan) agaçların çevrelerin de otuz adım yarıçapın da bir alan da gümüşten bir daire meydana gelmiş… Ağaçlardan musiki sesleri işitilirmiş, musiki dini ve sihri bir müziktir… Gökten inen nur sütunu orada yeşim taşından bir kayalık meydana getirmiş… O civardaki Türkler bu çocuklara, Songur Tegin, Kotur Tegin, Tükel Tegin, Or Tegin, Bogu(Bögü) Tegin isimleri vererek büyütmüşler… Bu çocuklar 15 yaşına gelince baba ve analarını sormuşlar… Türkler de onları iki ağacın yanına götürmüşler, işte bunlardan biri babanız biri de ananız demişler… ( Huş ağacını Baba, Çam Fıstığı ağacını da ana kabul etmişler, bu iki agaca hürmet (Çok büyük saygı) göstermişler… Sürekli sevgili anamız ve babamız diye ağaçlara çok büyük muhabbet göstermişler, ağaçlara saygı duymuşlar, güzel sözler söylemişler, sevgi ve dostluk göstermişler… Bunun üzerine ağaçlar dile gelmişler ve evlatları hakkın da hayır dualar etmişler… Nihayet bir gün halk toplanarak Bogu Tegin’i Han olarak seçmişler… Çün ki Boğu Tegin, dilini, obaların sayısını, töresini iyi bilirmiş… Bogu Tegin’in üç kargası varmış, her yer de olup bitenleri Bogu Tegin’e bir bir anlatırlarmış… Hala kargalardan ve çocuklardan al haberi denir…
Bogu Tegin bir gece rüyasın da, beyazlar giyinmiş ak sakallı, eli asalı bir dede görmüş, bu ihtiyar dede, fıstık şeklin de bir yeşim taşı göstererek,( Bu gök yüzünden gelen Nur sütunu, ya da parçası olmalı) Türler bu Kut dağını ellerin de tutdukca, dört bucağa hakim olacaklardır demiş…
Bir mütdet sonra otağına uyumak için çekildiğin de, birden bire penceresinin açıldığı ve içeriye semavi bir kızın girdiğini görmüş… Bu kız meleklerden daha güzel, perilerden daha cazibeliymiş… Bogu Han, neye uğradığını şaşırmış, gözlerini kapatmış uyuyormuş gibi yapmış… Kız Bogu Hanı uyandırmaya çalışsa da Bogu Han, uyuma numarası yapmaya devam etmiş… Bu bir iki gece daha sürünce Bogu Han, vezirlerini toplamış ve böyle bir şey yaşadığını anlatmış… Vezirler bunun ilahi bir mesaj vermek için gelmiş olabileceğine, bir daha yaşanmanız durumun da uyanmasını Bogu Han’a önermişler… Bogu Han da akşam kız geldiğin de Kızı ihtiramla(saygıyla) karşılamış ve kızın bir ilahe olduğunu ve yeni bir din öğretmek için geldiğini anlamış… Gök kızı Bogu Han’a arkamdan gel demiş… Bogu Han Gök Kızı takip etmiş, az gitmişler uz gitmişler, Ak dağa varmışlar… Bu gidiş gelişler yüzlerce gece devam etmiş… Bogu Han yeni dinin bütün sırlarını, öğretileri öğrenmiş, bütün dini ve sihri (Kudretlere) güçlere sahip (mazhar) olmuş, ulaşmış… Uzun mülakatlardan, derslerden sonra, son geceye gelmişler… Gök Kızı veda ederken Bogu Han’a demiş ki!!! Yer de gökte ne varsa hepsini öğrendin, ben artık gelmeyeceğim, yarından ihtibaren dünyanın dört bucağını fethe başla, ve gösterdiğim yol da adaletle yürü, size öğrettiğim hakikatleri her yere götür yay….
Bogu Han, sabah olunca kardeşlerini çağırmış, her birini bir orduya Nasb(baş) yaparak dört bucağı fethe, adalet ve bildiklerini yaymaya gönderdi… Gönderirken şunları söyledi, Tabii insanlar, güzel hayvanlar ve (Nebatlar) bitkiler gördükçe ilerleyin, yalnız başı insan vücudu hayvan veya vücudu hayvan başı insan olan çirkin bir toplum görünce, artık ilerlemeyin, çirkin mahluklu ülkeler bize yaramaz demiş…. Çirkinlerin, çirkinliklerin ülkesini istemediğini belirtmişti… Kendisi de büyük bir oduyla Çin üzerine yürümüş… Hepsi de seferlerin de muvaffak olmuşlar…
Nihayet Mukarrer olan (kararlaştırılan) zaman da bütün ordular, Bala Sagun sahrasında toplanmış… Bagu Han, esir edilen bütün hükümdarları birer birer huzuruna kabul etmiş… Bunların hepsi güzel yüzlü, bilgili, dirayetli(becerikli) hükümdarlarmış… Yalnız birini çirkin diye huzuruna kabul etmemiş… Hepsini yerli yerine kendisine tabi Hidivler(valiler olarak itibarlarını iade etmiş… Yalnız çirkin olan Hint hükümdarına görev vermemiş… Bogu hanın dini çirkinleri hükümdar yapmamayı öneriyormuş… Bogu Handan otuz göbek sonra ne olmuş, biliyormusunuz??
Bogu Handan otuz göbek sonra Yulun Tegin tahta çıkmış, O zaman Tang sülalesi hakimmiş, Çinliler Türklerden korktukları için, Prenses de olan Fagfur, Kie-Lien adın da kızı Hakan’ın oğluna gönderme kararı almışlar. Prenses bir elçi nezaretin de, gelirken elçi Türklerin gücünü nereden aldığını öğrenmiş… Bu gücün Kut dağı adında ki bir yeşim kayadan geldiğini, bunu kaybetmeleri halin de Türklerin güç kaybedeceğini düşünmüş, öngörmüş… Tahta ki Hakan Yulu Tegin’ demiş ki, Hükümdarım size en kıymetli mücevherini gönderdi, siz de karşılık olarak ona bir hediye göndermek isterseniz, bizce makbule geçecek olan Kut dagı kaya parçasıdır… Yulu Tegin Çin medeniyetine kendi milli harssından( Kültüründen) daha çok kıymet veren milliyetsiz bir hakan olduğundan dolayı… Türklerin 30 batından (30 göbek) beri mukaddes bir metaı (nesnesi) olduğunu bilmiyormuş… Türklerin milli mefkuresi (ülküsü) adeta bu yeşim kayasın da toplanmıştı, milliyetsiz Hakan bu milli timsali, bir kıza karşılık Çin hükümdarına vermekte hiç bir beis(sakınca) görmemiş… Bunu nasıl götüreceklerini elçiye sormuş, Çin elcisi de kayanın etrafına odunlar yığdırmış, üzerine fıçılarla sirke döktürmüş ve Türklerin ülküsüne kaynaklık eden Kutlarını parçalatmış ve Çine götürmüş… Orada da sihirbazlar bu taşı daha küçük parçalara ayırarak yağma etmişler ve taş parçaları dünyanın her yerine yayılmış… Gittikleri her yerde feyiz, bereket, saadet husule(meydana) gelmiş, Türklerin bütün özellikleri dünyaya yayılırken, Türkler özelliklerini kutlarını kaybettikleri için kaybetmişler…
Kut’unu kaybeden Türk yurdunda ise bunun tam tersi olmuş, yurtları ve Türkler feyizlerini, bereketlerini, bilgi ve becerilerini kaybetmişler. Yeşillikler ve ırmaklar kurumuş, kaynaklar, dereler sularını çekmiş, Türk yurdun da bir kasvetli hava esmeye başlamış… Kuşlar ve yabani hayvanlar bile bu durumu görmüş, halk dahil memede ki çocuklar bile göç göç diye bağırır olmuşlar… Türkler anlamışlar ki bu Kalamcu nun yer suları Türkleri burada istemiyorlar, Çadırlarını yıkmışlar, eşyalarını toplamışlar, çoluk çocuklarını, hayvanlarına yüklemişler, göçe başlamışlar… Akşam olunca göç, göç sesleri duruyor, sabah tekrar başlıyormuş, bu durum bir süre sürmüş ve sürdüğü mütdetcede Türkler göç etmişler… Tufan ülkesine gelince akşam durup sabah devam eden göç göç sesleri sabahları da susmuş, anlamışlar ki yeni yurtları Tufan ülkesi, demek ki buranın yersuları kendilerini kabul ediyor, diye düşünerek buraya yerleşmeye karar vermişler. Baştan kurdukları beş odunun torunları demek ki beşli teşkilatlarına devam ediyorlarmış ve buraya beş şehir anlamına gelen “Kaşğar” adını vermişler, burasına Kaşğar demişler.
Bize bu menkıbe Kutun önemini bildirdiği gibi, Türklerin gücünün de Kut’a deger vermekten geldiğini, Kutlarını kaybetseler o zaman güçlerini kaybettiklerini, anlatıyor… Avrupaya gelen Hun Türklerinin önün de Köpeğe benze bir hayvan Büyük ihtimalle bir Bozkurt olduğunu, bu Bozkurtun Türklere kılavuzluk ettiğini, Türkler için iyi olmayacağı düşünülen yerler de göç, göç diye ulurmuş… Yeşim taşından oluşan kaya olsun, Bozkurt dan oluşan Kut olsun kaybedildiğin de Türkler hep yabancı etkisine girmişler…
Türkler ne zaman kendi harslarını (kültürleri) kaybedip, yabancı kültürlerin etkisine girmişlerse, yabancılara özenmişlerse, başka milletleri taklit etmişlerse, böyle göç felaketleri yaşamışlardır… Günümüze geldiğimiz de Kut’umuz, Kutlumuz, Kültürümüz, kültürümüzün kaynakları nediri kaybetmişsek, sınırların kesin çizildiği günümüz de başka yerlere de göç edemiyorsak, bu topraklara bağlıysak… Bu topraklar da yeniden Kut’umuzu, kutsalımız, kültürümüzü canlandırmak zorundayız… Yoksa milletin fertleri olarak, hepimiz vebal altındayız demektir…
Bana bir günah ne diye göster derseniz, Kut’un, kutsalın, kültürün Milletin değerini bilmemek derim… Bu günahların kefaretini ödemek için milli bir seferberlikle Kut’umuzu, kutsalımızı, kültürümüzü, arayalım, bulalım canlandıralım ve bunlarda millet olarak bizi canlandırsın, dilek ve önerilerimle… Selam ve saygılarım…
Kaynak: Ziya Gökalp – Türk Töresi – Ötüken yayınları
|