SAFAAT'DAN ANLADIKLARIM - 1
Safaat dan anladıklarımı yazmaya başlıyorum onun için önce M. Akif Ersoy tanıyalım diye öneriyor, hayatından bazı bilğileri paylaşıyorum.
M. Akif hicri takvime göre 1290, miladi takvime göre 1873 yılında İstanbul’un Fatih ilçesine bağlı, Sarıgüzel semtinde doğmuştur. Babası: Mehmet Tahir Efendi, Fatih medresesi müderrissi. Mehmet Tahir Efendi Arnavutluktan göç etmiştir. Anası: Emine şerife Hanım Buhara’dan Tokat’a göç etmiştir.
Babası ona Ragif adını verdi ve ölene kadar ona bu adla hitap etti, ancak Türkçe ünlü uyumuna uymadığı için, ayrıca Ragif yufka, pide bir tür ekmek anlamına geldiği için akrabaları ona hep Akif demişlerdir.
Akif 1878 yılında mahalle mektebiyle eğitim hayatına başladı, iki yıl sonra 1880 yılında ibdidai(İlkokul) ye başlayan Akif, 1882 yılında rüştiye ye(ortaokul) örgencisi olarak kaydını yaptırdı. Burada okumaya ve öğrenmeye çok düşkün bir öğrenci olarak göze çarptı ve (muallimlerin)öğretmenlerin ilgilisini çekti ve özel olarak ilgilenildi. Arabca, Farsca, Fransızca dersleri aldı. Rüştiye yıllarında şiir’e meraklanarak şiir üzerine edebi hayatına yön vermeye başlamıştır. Bu okulu bitirdikten sonra üç yıllık mülkiye idadisinden mezun oldu, yüksek kısımda okumaya hak kazandı.
1888 yılında babasını kaybeden Akif, aradan daha bir yıl geçmeden çıkan büyük Fatih yangınında evleri yandı. Akif ve ailesi yoksulluk içinde kaldı, Akif idadiden ayrılarak, Mülkiye baytar mektebine(veterinerlik okulu) yazıldı. Burada eğitim hem bedava idi, hemde mezunlarına hemen iş veriliyordu, bu nedenle Akif tercih etmiştir.
Şiirle ilk olarak okulda ilgilenmeye başlayan Akif, Arapça, Farsça, Fransızca dersleriyle birlikte din dersleri de alarak babasının istediği inançlı ve kültürlü bir genç olarak yetişti. İranlı yazarlardan Şirazlı Sadi’yle daha çok ilgilendi.
1898 yılına geldiğinde Akif’i evlendiğini görüyoruz, Akif’in bu evlilikten 5 çocuğu oldu ve birini küçük yaşta kaybetti.
1911 yılı ilk kitabı Safahat yayınlandı, bir yazar için en mutlu an kitabının yayınlandığı andır, Akif bunu 38 yaşında yaşamıştır. Yine aynı yıl içinde müdür yardımcılığı yaptığı kurumda, bir gence haksızlık yapılması üzerine istifa etmiş, ısrarlar üzerine istifasını geri almıştır. 1913 yılına gelindiğinde çalıştığı kurumun müdürü haksız yere görevden alınmış buna tepki olarak Akif yine istifa etmiş bu sefer geride dönmemiştir.
Aynı yıl kurulan Müdafaa-ı Milliye cemiyetine(ulusal savuma derneğine) üye olmuş, bu derneğin heyet –i Tenviriyye de( halkı aydınlatma, bilgilendirme kurulunda görev almış halkımızın bilgilendirilmesi için çalışmıştır. Akif, bu dönemde Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye Camilerinde vaazlar vermeye ve düşüncelerini halka yaymaya başlamıştır. Süleymaniye kürsünde adlı uzun bir manzumeden oluşan kitabı bu dönemde yayınlanmıştır, 1912.
Balkan savaşının da etkisiyle, ilk kez günümüzdeki anlamıyla, o zamanın Türkçü akımın yazarlarından, Namık Kemal, Ziya Gökalp’tan oluşan akımla birlikte hareket edecektir. Akif’ e göre vatan tehlikededir, bunun içindir ki, vatanseverler, milletseverler, dindarlar birleşmelidir. Akif’in âmâcıda birliğe hizmet etmektir düşünceleriyle. Bunun için vaaz vermiş, bunun için makaleler ve şiir yazmıştır.
1913 yılının Ekiminden 1914 yılının şubatına kadar Mısır gezisine çıktı, bu gezinin masraflarını Halim paşa karşıladı, bu gezi esnasında İslam milletinin geri kalmışlığı karşında neredeyse karamsarlığa düşecek noktaya gelmiş, sonra yine kendisi çıkış yolu bularak mücadele azmini kaybetmemiştir. Kulak verelim bu sese, “Ye's(Umutsuzluk) öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun, Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun” diyor. Bu sözü hem kendine hem de tarihe, neredeyse yüz yıl geçmesine rağmen, hala kendi düzenini kuramayan İslam milletlerine. Buna rağmen inanmışsanız umutsuzluğa düşmezsiniz, düşmememiz gereğini anlatmıştır, nasıl mı? İşte cevabı……
"Ey oğullarım! Gidin, artık Yusuf’u ve kardeşini bulmak için dikkat kesilin. Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin; çünkü Allah'ın rahmetinden de, küfre sapanlar topluluğundan başkası ümit kesmez." Yusuf-87 Akif umut kesmez ve emperyalist güçlerle mücadeleye devam eder.
1914 de Harbiye Nezaretine (savunma bakanlığı) bağlı Teşkilatı Mahsusa sı (İstihbarat teşkilatı) görevlisi olarak Berlin de bulunuyor. 1916 yılında Akif’e yine yol görünüyor bu defada, İngilizlerle anlaşarak ayaklanma olasılığını ortadan kaldırmak için, teşkilat-ı mahsusa nın kurduğu bir ekiple Arabistan’a gidiyor.
1918 yılında mütakerenin imzalanması üzerine, İslam’ın son kalesinin düştüğü düşüncesiyle bir umutsuzluk daha yaşamak üzereyken, aynı yıl bir davet üzerine Lübnan’a gidiyor, burada iki ay kaldıktan sonra, İstanbul’a dönüyor ve darü’i Hikme’de görev alıyor.
1920 yılına gelince yeniden bir umut doğuyor, Anadolu’daki milli mücadele güçlerinin kurtuluş mücadelesi, oğlu Emin’i de yanına alarak bu mücadele içine her vatanseverin yaptığı gibi hiç düşünmeden giriyor. Aynı yıl Burdur milletvekili olarak, meclis de görev yapıyor. Eskişehir, Burdur, Sadıklı, Dinar, Antalya, Afyon, Konya ve Kastamonu gibi yerlerde verdiği vaazlarla ulusal direnişe destek verilmesi gerektiğini anlatıyor, karşı çıkanları ikna etmeye çalışıyor.
1921 yılına geldiğinde ise istiklal marşı yarışmasına ödül almamak şartıyla katılıyor, Kahraman Ordumuza armağan ettiği istiklal marşı birinci oluyor. İstiklal Marşı metni mecliste okunarak kabul edilmiş ve ödül bir hayır kurumuna bağışlanmıştır.
1922 yılı Ağustos ayında ise, bir milletvekili heyetiyle cepheleri dolaşarak, askerleri cesaretlendiren konuşmalar yaparak askerlerin morallerinin yükselmesini sağlaya çalıştığını görüyoruz.
Akif inançlı bir vatansever ne yapması gerekiyorsa onu yapmıştır, mücadele ve savaş bittiğinde yönetimle siyasi meselelerde anlaşamamış, ayrı düşünmüştür. Olağanüstü durumların daha henüz bittiği dönemlerde ayrı düşünmek Akif’e sıkıntılara neden olmuştur. O da 1925 yılında Mısır’a gitmiş 1936 yılına kadar orada yaşamıştır. Mısır’a gitmeden önce, diyanet işleri kurumunun girişimi olan, Kuran çevirisi işini pek istemediği halde ısrarlar üzerine kabul etmiştir, kendisine bin lira ön ödeme yapılmıştır. Mısırda başladığı çeviriyi 1929 yılında bitirmiş, Eşref Edip diye bir arkadaşından Kuran çevirisini İstanbul’a göndermiştir. Ortaya çıkan metinden pek memnun olmamış, tekrar düzeltmek için geri almıştır, aldığı bin lira avansı da geri iade etmiştir. Kimileri o sıralarda ortaya atılan Türkçeye çevrilmiş kuranla Türkçe ibadet yapılıp yapılmayacağı tartışmalarından da rahatız olduğu sanılmaktadır.
Akif dini meselelere önem verilmeyişine, fes, sarık şapka kanunuyla yasaklanmasına, peşine polis takılması gibi nedenlere tepki olarak gittiği düşünülmektedir. Kendisinin şu ana kadar net bir ifadesi ortaya çıkmamıştır. Kendi milletinin dinini önemsemeyen bir devletin milletiyle barışık yaşamasının zor olduğu yaşanılan acı tecrübelerden anlaşılmıştır. Akif, ta o zamandan dinlenmiş olsaydı devletimizle milletimiz bu kültür çelişkisini yaşamayacaktı diye düşünüyorum.
M. Akif’in hayatına dönelim; 1936 yılında hastalandı ve çevirisini Mısır da bırakarak, Mısır’a dönmemesi veya ölmesi durumunda çevirinin yakılmasını söyleyerek İstanbul’a gitmiştir. İstanbul da hastalığına siroz teşhisi konulur ve 27 Aralık 1936 da ölür, cenazesi Edirne kapı şehitliğine defnedilir, Allah rahmet eylesin, Onun gibi dos doğru yaşamayı bizede nasip etsin, Bir Müslüman nasıl yaşarsa öyle yaşamış, bir vatansever nasıl vatanı için mücadele etmesi gerekirse oda öyle mücadele etmiştir. Seni saygıyla anıyoruz, seni kendimize örnek alıyoruz, bizde senin gibi yaşamaya çalışıyoruz, İnşallah başarırız.
Eserleri:
Şiirleri
Safahat-1911
Süleymaniye küsünde-1912
Hakkın sesleri-1913
Fatih küsünde-1914
Hatıralar-1917
Asım-1924
Gölgeler-1933
Düz yazıları
İslamlaşmak- 1919
İslam da teşkilatı siyasiye- 1922 çeviri olan eserleri
Kastamonu Nasrullah camisindeki vaazlarının metni-1921
Kuradan ayet ve nesirler- 1944
|