ATATÜRK ANLAYIŞLARIMIZ, TARTIŞMALARIMIZ
Önce bazı anlayışlardan başlayayım, sonra kendi anlayışıma mı, geleyim, yok önce kendi anlayışımdan bahsedeyim… Ne zaman doğdu, 1881 yılında sorun yok bu tarih de değil mi? Bunu da tartışalım mı?
Mustafa, önce mahalle mektebine verilmiş, fakat daha sonradan Şemsi Efendi Mektebi’ne devam etmiş. Yani ortalama Türk ailesi ne yapmışsa Mustafa’nın anası babası da onu yapmış… Anlayış sorunumuz yok aynı anlıyoruz değil mi? Sonra çocuklarının asker olmasını istemişler, yada Mustafa’nın isteğiyle olsa gerekir…. Selânik Askerî Rüşdiyesi, Manastır Askerî İdadisi ne verilir, buradan İstanbul Harp Okulu ve Akademisine geçer… Bunlar kayıtlı beleğeler, istesek de tartışmayız… Sivil okullara göre daha bir Osmanlıcı yani devletçi, daha bir Padişahcı olarak yetişse gerek değil mi? Askeri okulların özellikleri milleti ve devleti için gerektiğinde canını verecek, daha devletçi daha milliyetçi asker yetiştirmek değil mi? Öylede olsa gerek… Mustafa soyadı kanunu olmamasına rağmen onun olgunluğundan, başarılarından etkilenilerek olsa gerek, Matematik Hocasının önerisiyle, ona artık Mustafa Kemal Denmektedir… Sorun var mı, yok sanırım, bir hocası Kemal de eklemiş ismine..
Mustafa Kemal, ilköğreniminden Harp Akademisi’ni bitirdiği güne dek başarılı bir öğrenci olduğu biliniyor… Ayrıca ders Müfredatının dışında da çok kitap okuduğu kitap okuma alışkanlığının son zamana kadar devam etti biliniyor, bu ise kendi kendinin öğretmeni olmasını, kendi kendini yetiştirmesine neden oluyor… Bunlarda bilinen, hatta okuduğu kitaplarının kenarlarına not düşen bir kişi ve Kitaplar Anıt kabir Müzesin de… Bence burada da sorun adam okumuş ne yapalım yani… Bu detaylara boğmak yerine 1918’e gidelim mi?
“İstanbul'un İşgali, Osmanlı İmparatorluğu ve İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Bırakışması ile Birinci Dünya Savaşı'nın bu ülkeler arasında sona erdiğinin ilan edilmesinin ardından gerçekleşmiştir. Osmanlı başkenti İstanbul, önce 13 Kasım 1918, sonra 16 Mart 1920'de olmak üzere iki kez işgal edilmiştir.” Sanırım bu tarihi bilgide de sorun yok… 13 Kasım 1918 İstanbul işgal edilmiş mi, evet hatta bu tarihi bilgi iki defa işgal edildi diyor, bana kalırsa birinci işgal bitmeden daha çok kontrol için daha büyük bir askeri güç kullanılmış olabilir… Mustafa Kemal, 29 Kasımda Padişahla bir Görüşme yapmıştır, neler konuşulmuştur, sanırım tutanakları vardır, bunlar aydınlatılmalıdır… Atatürk anlayışlarımızda ve tartışmalarımızda sanırım sorun şuradan çıkıyor…
Bu işgale iki tepki veren grup var biri Osmanlı devleti Yani Padişah hükümeti, İstanbul hükümetinin kabul ederek imzaladığı sözleşmelere uyan grup… Buna Padişahcılar diyebiliriz, İşgale ses çıkarmayanlar diyebiliriz, birde bu sözleşmelere uymayan grup, hazmedemeyen kişilerden oluşan Milli mücadeleciler diyebiliriz… Sanırım burada sorun yok, biri sözleşme imzalamış, devletin imzaladığı sözleşmelere uyanlar var, buna uymayanlar var… Bunun Üzerine Osmanlı paşası Mustafa Kemal, kimine göre Rum çetecilerle Türklerin çatışmasını engellemek, kimine göre Milli Mücadeleyi başlatmak üzere 15 mayıs 1919 da İstanbul dan ayrılır… Milli mücadeleyi başlatmak için ayrıldı diyenler haklı gibi, Çünkü Mustafa Kemal Paşa Anadolu halkını, vatanı, kafir işgalinden kurtarmak için milli mücadeleye yani Cihada davet ediyor… Sorun var mı, var diyorsanız; Amasya, Erzurum, Sivas Kongrelerine bakın ve sonuç bildirilerini okuyun, derim… Sanırım Mustafa Kemal Anlayışımız üzerine anlaşıyoruz, gerçi anlaşmak zorunda da değiliz ama içinde yaşadığımız vatanı, ülkeyi kurtaran ve T.C devletini kuran liderine saygı duymak zorundayız… Sorun nerede, neden tarihi o günün şartlarından kopararak, bugün yaşanıyormuş gibi tartışıyoruz… Yusuf Akçura’nın yazdığı Üç Tarzı siyaseti iki - üç defa okudum, o günün siyasal tartışmalarına ışık tutacak, üç makaleden (Ormancılık, Turancılık, İslamcılık Kıyaslaması yapan) oluşan bir kitapçık öyle sizin, benim sandığımız gibi değil işler… Teknolojik gelişmemişlik, Ekonomik sıkıntıları getirmiş, 1789 Fransız devriminin tetiklediği uluslaşma bilincine dayalı milliyetçilikler tetiklenmiş ve İmparatorluğun tebası olan milletler, biraz da dış müdahalelerle bize göre isyanlar, onlara göre bağımsızlık mücadelesine başlamışlar ve buna en iyi örnek balkan toplumlarının, ayrılışlarına neden olan olaylardır… Sonra Ümmetten saydığımız Arapların Osmanlı Ordusuna, askerlerine yaptıkları da malumunuz değil mi? Bunlar da bilinmeli… Her neyse, o günlere olayların içinden tanık olan, bana göre liberal bir sağcı olan Celal Bayar’ın ifadeleriyle devam edelim… Röportajı yapan kişi Celal Beye sorar, sizin için neden tutuklanma kararı verildi, sizi kim takip ediyordu, diye… Verdiği cevap manidardır ve kendini tarihçi diye sunan ve muhalif olduğu için üzerine balıklama atlatılan bir şahsın dediği gibi, İşgalci Yunanları dost sayan, bizi düşman sayanlar der… Celal Bayar beyde diyor ki? “Hürriyet ve İhtilafçılar iktidarda, Damat Ferit Paşa dönemi, İttihat ve terakkiye Düşman, Yunanlılar Dost, Kurtuluşu Orada Görüyorlar, Onların Rızasıyla ne Koparırsak Diye Düşünüyorlar.. İngiliz Muhipler Cemiyeti Teşkil Olundu, İngilizler Beraberdir diye… Türkler de var Bunların İçerisin de… Biz Padişah Düşmanı…”
Arkadaşlar, sanırım şu anlaşma gereği işgal edenlerle, bu anlaşmayı imzalayan ve itiraz edenlerin, işgalcilerle mücadele edenler, o gün ki tartışmaları üzerinden bugün tartışma yaşanıyor… Kimse hain değil, anlaşmanın millet için iyi olacağını düşünenlerle, iyi olmayacağını düşünenler tartışmış, işgalcilerle anlaşmayı yanlış bulan, İttihat Terakkiciler ve Milli Mücadeleciler kazanmış… İyi olmuş, Şimdi Batı Trakya Türklerinin yaşadığı sorunu yaşardık, yaşamadık, bu Mücadeleyi Başlatan Kurtarıcı lidere ve Ona inanarak bu mücadeleyi destekleyen Kazım Karabekirlere, Fevzi Çakmaklara, İsmet İnenülere ve bu yolda şehit olan askerlere binle teşekkürler demek yerine.. Armudun sapı üzümün çöpü demek, o gün yaşanılanlar üzerinden bugün fitne üretmek demektir.. Son olarak Halifeliğin kaldırılması üzerine ümmeti başsız bıraktı diyerek M. Kemal’e kızan arkadaş, seni bugün halife ilan ettik, Arapların hangisi kabul eder? Halifelik dini bir kurum değil, etkisizleşmiş siyasi bir kurumdur, der tartışırız da sen etkiliymiş dersin, delil getirirsin, ben etkisizmiş derim delil getiririm… ama bunu tarihçiler yapsa daha iyi olur, siyasetciler ve tahrikat vaazcıları yaparsa başka sonuç alırız ve fitne üretiriz… Din fitne konusunda ne der bilirmisin, Kuran ve fitne yaz ne çıkıyor bak öneririm… Şunu aklımızdan çıkarmayalım…
Artık mevcut devletimizin vatandaşıyız, bunu ilerletmek için, daha iyi bir toplumsal düzen, daha iyi bir vatandaş, daha bir devlet anlayışı nasıl olabilir? Ne yaparsak daha iyi sonuç alırız demek yerine bunları tartışmak enerji kaybıdır… Laikliğin uygulanmasında ki hatalar neydi, demokrasi nasıl daha iyi işler, güçler ayrılığı nedir, devletin vatandaşların özgürlüklerine müdahale sınırı nedir, ekonomik sorunların nedenleri nedir gibi şeyleri tartışsak daha iyi olanı bulabiliriz diye düşünüyorum… Siz T.C Vatandaşlarına da öneriyor, Selam ve Saygılarımı Sunuyorum…
Mehmet Akif Gökalp – 12.11.19 – vatandasfikri.com
Kaynaklar
|