DÖNEM ve KİŞİ KUTSAMALARI
Biz bugünü yaşayanlar, geçmiş bir dönemi kutsarız, bu dönemi okurken eleştirel okuyan, bu okuduklarını düşünen ve yazanları okumayız… Öte yandan duygusal, kurgusal okuyanları ve yazanların düşüncelerini önemser, okur ve bunları o günün gerçekleri olarak kabul ederiz… Oysa o dönemi biz yaşamamış, o dönemi çeşitli rivayetlerle(Söylentilerle) duymuşuz, hikayelerden, romanlardan okumuşuzdur… Bu dönem hakkında, başka okuryazarları, tarafsız olanları, eleştirel bakanları ve onların nedenlerini okuduk mu? Neden kutsuyoruz, bir iki söylenti, bir iki film, bunları referans alan duygu yüklü miting konuşları, tahrikat sohbetleriyle döneme ait düşünceleri olan bizlerden bazıları, olmayanları neredeyse hainlikle suçladıklarına da tanık oluyoruz… Şu soruyu sorarak devam edelim, “dönem sonunda milletimiz, ülkemiz, devletimiz, fiziki, ekonomik, siyasi, kısaca maddi ve manevi olarak hangi noktadan, hangi noktaya geldi veya geri gitti?” Biliyor muyuz?
Şimdi döndük günümüze, bırakın çok eski tarihlere gitmeyi, yakın yüz yıllık tarihimizi ne kadar biliyoruz? Örneğin Millet olarak 1922 kurtuluş savaşı vermiş, 1923 de yeni devlet sistemi kurmuş, kuruluşun hemen akabinde 1929 da dünya büyük bir ekonomik buğran yaşamış, hemen aradan 15 yıl geçinde dünya savaşı yaşanmış, sanki dünya yıkılmış yeniden kurulmuş… Bir siyasetçi bu döneme bakın ekmek karneyleymiş, tuz yokmuş, şeker yokmuş, kuyruklar açlıklar varmış diyor ve biz bunu alkışlıyorsak… 1922 den on yıl önceyi bilmiyor, o dönemi kutsuyorsak, oysa 1922 den 4 yıl önce 1918 de kutsadığımız devlet yıkılmışsa, kabul edilemeyecek anlaşmalarla milletimizin, ülkemizin geleceği neredeyse son bulmuşsa, bu yapılanların eleştirilmeyip de… Mücadeleyi tercih ederek yeni bir sitem kuranların acımasızca eleştirilere maruz kalması, akılla, izanla izah edilir bir durum değildir.
Bunu da geçtik, kişi kutsamalarına gelelim mi, şöyle uçmuş, böyle koşmuş, öyle zekiymiş, böyle güçlüymüş, kadınsa beş erkeği, erkekse 8 kadını idare ederlermiş… Biz, sanki insan değil bir insan ötesi varlığı, soyut bir şekilde kurguluyoruz ve bu kurgumuzu gerçek sanıyor, bilmediklerimizi, bildiklerimizle değerlendiriyoruz… Bu masalcı yaklaşımlardan vaz geçmemiz gereğini düşünüyor, tarih kitapların da masalcılar ve gerçek tarihçiler diye akademik bir ayrıma tabi tutulması gereğini düşünüyor… Bunu Tarih Kurumumuza da öneriyorum…
Bir kitaba bakıyorum, sadece övgülerden, sadece zaferlerden bahsediyor, bir yere gelince efsane kopuyor, bu kadar başarıya rağmen ülkemiz ve devletimiz neden yok oldu diye düşünülmüyorsa, sadece yazanlarda mı suç var, bizde de sorun yok mu? Biraz çapraz okusak, bir düşünce ile karşılaştık, bunu tercih ederken veya ettiğimizde farklı düşünenler ne diyor, ona da bakmamız gereğini düşünerek tarihlere olaylara yaklaşsak daha sağlıklı yaklaşım olmaz mı? Son olarak…
Daha iyi yaşamak için, geçmiş hatalardan ders almak, günümüzün bilgi ve becerilerini edinmek, geleceğe doğru araç ve gereçleri, teknikleri, teknolojileri kendi imkanlarımızla üretmek, edinmek ve toplum olarak kendi ayaklarımızın üzerinde durabilirsek… Hayatı daha iyi değerlendireceğiz, daha iyi yaşayacağız diye düşünüyorum… Daha iyi yaşamak dileğiyle, selam ve sevgilerimle…
M. Akif Gökalp – 1.11.18 – vatandasfikri.com
|