28 ŞUBAT
Demokrasimizin içinin doldurulamamasından kaynaklı bir durummudur?
Yoksa mağdurların ifadesiyle uluslararası cıkar gruplarının, yerli kültür ve çıkar savunanlara karşı yapılan operasyonmudur?
Yoksa gerçekten laiklik elden gidiyordu da kurtarılış operasyonumuydu?
Her neyse yaşandı, demokrasimiz adına kara bir gün daha eklendi, diyerek değerlendirmemize başlayalım.
Koskoca imparatorluk 1800-1850 den sonra yavaş yavaş gerilemeye başlamış, 1900’lerin başında ise çökmeyle burun buruna gelmiş, bu arda yaşanan dış oyunlar ve iç isyanlar imparatorluktan umut kesilmesine neden olmuştur.
Ancak bunu üst düzeyde görevliler ve çok az sayıdaki okuryazar aydın kişiler görebilmiş ve yeni arayışa girmişlerdir. Bu arayışın adı Cumhuriyettir. Buradaki arayış anında halk arayışın dışında kalmış, yeni sistem olan cumhuriyete hep mesafeli durmuştur. Bu mesafeli duruşu yeni sitemin kurucu unsurları ortadan kaldırmaya çalışmamış, onlarda bu mesafeyi korumaya hatta zaman zaman açmaya yönelik hareketler içinde olmuştur. İlk zamanlarda anlaşılır olan bu güvenlik kaygısı, zamanla normalleşmeye dönüşmemiştir, dönüştürülememiştir. Kurucu unsurların dar bir kadrodan oluşması veya vatandaşların çok sonradan bu aşamaya dahil olması vatandaş devlet arasındaki bağı sıkı tutamamıştır. Hem kurtarma, hemde yeni bir sistem kurma çabaları gerçekten zor bir dönem bu nedenle haklı talepleri bile isyana dönüşür kaygısıyla baskı ile karşılayan bir devlet refleksi ortaya çıkmıştır. İlk önceleri anlaşılır olabilen bu durum ilerleyen zaman diliminde kanıksanır hal almış ve gerekli dönüşüm sağlanmamıştır.
Bu dönüşümün olmamasının nedenleri dünyadaki gelişmeleri yakinen takip ederek kültürel dönüşümü, değişimi, demokratik gelişimi içselleştirememiş bir toplum oluşumuzun da katkısı vardır. Bu 12 Eylül öncesinde siyasetimize öyle bir yansımış ki düşünsel siyaset yerine şiddetin dili olan bir siyaset benimsenmiştir. Bunun nedeni sanırım, tek adam, tek doğru, tek bilgi kaynağı gibi nedenlerdendir. Tek düşüncen varsa ve bunun sadece tek doğru olduğunu varsayıyor, siyaseti ona göre düzenlemeye çalışıyorsak toplumsal tartışmayı aşar siyasetimiz gerilim ve şiddet olmaya başlar.
Bunu aşmanın yolu siyasette siyah beyaz gibi net ilkelerin sayısını azaltmaktan geçmektedir. Bunu nasıl yaparız, ülke çıkarlarının siyaset üstü, ülkemizde yaşayan kültürlerin siyaset alanı dışında tutulması, İnancımızın bizi ahlaklı yapmak için, bizi doğru şeyler yapmaya iten neden olduğunu siyasete inançlı biri olarak girerek doğru, iyi, güzel işler yapmanın toplumsal faydanın yanında ahretimizi de kazanmamıza yardımcı olacağını düşünerek girilmesi, toplumda yaşayan herkesi dikkate alan politikaların üretilmesinin önünü açacaktır.
Sadece ben, sadece benim düşüncem, bu ülkede kuralı ben koyarım mantığı hep ters tepmiştir, 28 Şubat bunlardan sadece birisidir. Daha önce 12 Eylül, 27 Mayıs, 12 Mart vs..vs
Şimdi bütün bunları bir elimize alalım öbür elimize de bu gerilimlerde bu darbelerde bu muhtıralarda siyasetimizin vasatlığının etkisi nedir sorusunu soralım kendimize.
İlk vasatlığı masaya yatıralım, partilerimizdeki demokrasi eksikliği, aynı bürokrat atar gibi kişileri seçmeleri için vatandaşın seçimine sunacaksınız, sonra bu seçilen kişilerden demokrasi adına hareket etmesini isteyeceksiniz, bekleyeceksiniz. Atanmışların atayanların kurallarına göre hareket edeceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Biraz sakat bir beklenti degilmi? Hep otoriter tavır takınacaksınız kendi örgütünüzde, karşı örgüt liderlerinden ve öğütlerden demokratik tavır göstermediklerini eleştireceksiniz, bunun üzerinden tartışmalar yapacaksınız. Biraz aynayı kendimize tutma zamanı gelmedimi?
Vatandaşların yaşam tarzlarını devlete kaşı tehlike görecek, bu tehlikeleri bertaraf etmek için vatandaşların kültürüyle çatışacaksın, sonra bunlar beni neden onaylamıyor, bana karşı neden uzak duruyorlar diye ortamı gereceksin.
Yalan yanlış haberler yapacak, bu haberler üzerine birileri durumdan görev çıkararak muhtıralar verecek, siyasetimizi vatandaşın ve kültürünün değil uydurma, dayatma ilkeleri benimsemesini isteyecek bunu kabul etmeyenleri hain, irticacı ilan edeceksiniz. Ülkemize katkımız ne oluyor sorusunu güvenlik kaygısı ve irtica paranoyalarıyla, kariyer ve siyasi rant katkısıyla hep erteleyecek ve kaybettiğimiz yıllara sonradan hep hayıflayacağız hep beraber.
Demokrasiyi özümseyemeyenlerden demokrasi uygulaması demek ki böyle olurmuş, bunumu göstermeye çalışıyorsunuz. Yeterince gördük, birde ders alabilsek o zaman demokrasimizde, ülkemizin ekonomisi de gelişecektir. Liderler tartışmasız kararlar alıyorlar, kişisel kararlar olsa amenna ama ülkeyi ilgilendiren kararlar olması bakımından tartışılarak alınacak kararların daha sağlıklı olacağı düşüncesindeyim.
Bu nasıl bir duygu anlayabilmiş değilim, her şeyden sorumlu olacaksın, partinin politikalarını belirleyecek, söylemlerini sen yapacak, seçilecekleri sen belirleyecek, kararları sen vereceksin işler karıştığı vakitte başkalarını suçlayarak işin içinden sıyrılmaya ve koltukta kalmaya çalışacaksın. Kararlarını kimse sorgulanamayacak mutlaka başka birileri suçlanarak masumiyetin sağlanacaktır.
Mutlaka bir hain, mutlaka bir faşist, mutlaka bir komünist, mutlaka bir kafir bulacak suçlu onu ilan ederek umut olmaya devam edeceksin, ne güzel demokrasi degilmi?
Bu tür demokrasilerde ana kaygı yaşam tarzlarımıza müdahale edilir endişesinin vatandaşların siyasi tercihlerine yansımasıdır. Şimdi ben işçiyim normal tercih yapsam sosyal demokrat olmalıyım, ama beni öyle kaygılandırıyorlar ki yarın inancımızın büyük bir tehlike yaşayacağını adeta iliklerimde hissettiriyorlar, diğer bir vatandaş ise, ufak tefek sermaye sahibi, liberal politikaları benimsiyor, yaşam tarzı olarak çağdaş dediğimiz batılı yaşam tarzını kabul etmiş ve yaşıyor. Ama siyasi tercihine gelince siyasetin sol yelpazesinde bir partiye oy veriyor ve destekliyor. Bir yere kadar normalmiş gibi duran bu durum genelde laiklik elden gidiyor, olmayan demokrasi son buluyor, irtica geliyor paranoyasına dönüşünce karşılıklı tehlike algılaması, siyasetçilerin ve medyanın yardımıyla olmaması gereken bir karşıtlığa, gerilime ve çatışmaya dönüşüyor.
Kim haklı bu durumda, bu paranoyadan etkilenmeyerek demokrasiye inananlar. Bunların sayısı bilmem ama %10-15 i geçmez. Her zaman aynı olmuyor zaman zaman devletin iktidar gücünü kullananlar değişiyor.
Şimdi iktidarın gücünü kendi düşüncelerine göre kullananlar, yarın iktidarlar değiştiğinde bu iktidar olanların yine devletin gücünü yasalar doğrultusunda kullanmayıp, kendi istediği gibi kullanılmasını gelenekselleştirmiş oluruz ki bu ülkemize ve toplumumuza yapılan en büyük haksızlıktır. Böyle siyasi ortamlarda gerilimsiz gün zor görülür.
28 Şubat işte tam bu noktada devletin gücünü kendi kaygılarını gidermeye yönelik kullanışın ortaya çıkışıdır. Bu durumun aşılabilmesi için ailemiz içinde, ailemiz için yapacağımız değerlendirmeleri, dünya ve ülke politikası haline getirmemekten geçmektedir. Bunlardan ders alarak demokrasimizi geliştirecekmiyiz, yoksa aynı hastalıklara devam edecek miyiz?
Bu soruların cevapları demokrasimizi geliştirecek veya vasatlığının devam etmesine neden olacaktır.
Biz demokrasi istiyorsak ilk önce içinde bulunduğumuz örgütleri demokratik hale getirelim. Genel kurullarımızda, kongrelerimizde muhalefetin rahatça seçimlere girmesini sağlayalım, dürüstçe kaybettiğimizi kabullenelim, kaybetmenin sorumluluğunun bizde olduğunu ifade ederek hesap verelim, gerekirse gitmemiz istenmeden biz gitme zamanını iyi tahlil edelim ki 28 Şubat gibi siyasi vasatlıklardan, gerilimlerden cesaret alarak demokrasimize suikastlar bulunma cesareti kimse kendinde bulamasın.
Toplumsal gerilimler, aslında siyasetin başarısızlığındandır, yaşanmaması dileğiyle selam ve sevgiler.
www.vatandasfikri.com - Aydın Fikirli
|