ZAMAN MAKİNESİ
DÜŞÜNEN DEĞİL DÜŞÜREN TARTIŞMALAR
Aldım elime bilgisayarımı girdim inernet denen zaman makinasına bizi siyasetcilerimiz neleri tartışıyorlamışi yazarlarımız neleri yazıyorlarmış, yöntem ve kişiler az çok farklı olmasına rağmen aynı konuları tartışıyoruz, hatta tartışmıyoruz genel olarak tartışmayı başlatan oyun kurucu gibi tartışma kurucu oluyor herkes onun konucugu üzerine hep bir agızdan o böyle, yok şöyle, yandan geç degmesin, o yolsuzluk yaptı, beriki baktı, arayan geç aradı nerede dedi, ormana kaçtı, orman nerede yandı bitti kül oldu… Muhalefet cephesi kulis….Efendim dış tiçaret acıgı ilgili bir demeç verseniz veremeyiz, neden biz iktidar olunca biz de aşırı borçlanacagız da ondan… Anladım efendim,….
Aradan birkaç ay gecer. Bürokrasi cephesi… Efendim cari acık ülke için tehlikeli boyutlar da yöneticileri uyarsak mı, yok uyaramayız.. Neden? Daha önce uyaan müsteşar şimdi binaya bile giremiyor… Anladım efendimmm… Aradan 3-4 yıl gecer efendim iç kamuoyuna mesaj verecegim derken dış kamuoyunu kaybediyoruz, sayın başkana bunu anlatmanız lazım, onu geç başkana karşı komplo var mı? Şu anda görünmüyor efendim… Git bizim oy oranlarımız da bir düşme var mı, varsa hangi gerlimi kullanarak taraftarlarımızı yanımız da tutarız, araştır… Efendim ben ekonomistim, sosoloğları veya siyaset bilimcileri görevlendirseniz, ben ne diyorsam ooo, git araştır… Tamam efendim der danışman içinden kızarak, dışından gülerek uzaklaşır….
Bu durum 20-30 yıl devam eder, borçlar artmış kimin umurun da makam arabası degişti mi değişmedi mi, bizim lider öbürlerinin liderine laf gecirdi mi gecirmedi mi böyle devam eder, bu daire başkanlığına konsam, şu kadroyu alsam, der bürokrat.. ermaye de ya bu aralar özelleştirmede yok eskiden sembolik üçretlerle özelleştirmeden kurum alırdık, arsa maliyeti bile deigildi, şimdi ihale peşin de koşar olduk, üstelikte yeni yeni dindar görünümlü zenginler ortaya çıktı işi, ihaleyi onlar kapıyor… Muhalefet cephesi iktidar olma hayliyle dış iç her türlü pazarlıkları yapıyor, anketleri ortaya koyuyor oy oranlarının düşük olduğunu görüyor hırcınlaşıyor, iktidar taraflarını yanın da tutmak için hırcıb-nlaşır ortamı gereken, muhalefet de taraftar kazanmak içn hırcınlaşıyor, ortamı geriyor du bakali ne olacak ülkeyi batırabilecek miyiz. Toplum bu gerilime ne kadar dayanacak, bu gerilim ve hırcınlıkların topluma yansıması çatışma olarak ne zaman yansıyacak… Yada bizim siyasetcilerimiz siyaset dillerini degiştirerek daha karşılıklı saygıya, hoş görüye düşünsel tartışmalara girecekler ve gerili düşürecekler bekliyoruz… Şimdi zaman makinesine girelim 7-8 makaleyi ve 7-8 acıklamayı çeşitli zamanlar da görelimmm…
Bu da mı kulak arkası edilecek?
1-23.11.2005 Mustafa Mutlu Gazetevatan.com
Kürd-Der'in sözcüsü İbrahim Güçlü, 18 Kasım Cuma akşamı Kanal Türk'te yayınlanan ''Ceviz Kabuğu''nda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Güneydoğu'da işgalci olduğunu iddia etti
Kürd-Der'in sözcüsü İbrahim Güçlü, 18 Kasım Cuma akşamı Kanal Türk'te yayınlanan "Ceviz Kabuğu"nda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Güneydoğu'da işgalci olduğunu iddia etti.
Yetmedi; Atatürk'ün bağımsızlık savaşçısı falan olmadığını, tam tersine İngilizlerle gizli anlaşma imzalayan bir "mandacı" olduğunu kustu!
Hızını alamadı; Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanını, bakanlarını meşru bulmadığını, o topraklar üzerinde sadece Barzani'nin iktidarını tanıyacağını söyledi.
2-BU ÇAĞDA, BU KAFA!
Avrupa İnsan hakları Mahkemesi'nin üniversitelerdeki türban yasağı konusunda verdiği karara sinirlenen Başbakan Erdoğan, Danimarka'dan buyurmuş
Avrupa İnsan hakları Mahkemesi'nin üniversitelerdeki türban yasağı konusunda verdiği karara sinirlenen Başbakan Erdoğan, Danimarka'dan buyurmuş:
- Mahkemenin türban konusunda söz söyleme hakkı yok. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır. Açarsın o dinin mensubuna sorarsın, bunun dinde gerçekten emredici hükmü var mı? Dinde bunun yeri varsa saygı duymak zorundasınız. Ben diyorum ki dinde bunun yeri var.
Sonra da her zaman yaptığı gibi Türkiye'ye dönünce Başbakanlık Sözcüsü'ne bir açıklama yaptırmış ve "Ben dünyevi hukuk alanına giren konuları kastetmedim" diyerek, bu inanılmaz sözleri yumuşatmaya çalışmış...
7.11.2005 Mustafa Mutlu gazetevatan.com
Yobazlığa, gericiliğe devam ediyorum hâlâ! 07.11.2005 Mustafa Mutlu
TRT Televizyonu'nda yayınlanan ''Düşünce İklimi'' adlı programda şeriat propagandası yapıldığını yazmıştım. Sunucu Prof. Dr. Mim Kemal Öke, konuk Prof. Dr. Hayrettin Karaman'la sözüm ona ''İslam'da miras paylaşımını'' konuşuyordu. Ama Karaman ne yaptı etti, konuyu şeriat propagandasına dönüştürdü...
TRT Televizyonu'nda yayınlanan "Düşünce İklimi" adlı programda şeriat propagandası yapıldığını yazmıştım.
Sunucu Prof. Dr. Mim Kemal Öke, konuk Prof. Dr. Hayrettin Karaman'la sözüm ona "İslam'da miras paylaşımını" konuşuyordu. Ama Karaman ne yaptı etti, konuyu şeriat propagandasına dönüştürdü.
Ben de bu sohbetin bant dökümünü yayınladım. İkiliden bir hafta boyunca ses çıkmadı. Artık "klasik" hale gelen senaryo aynen tekrarlanıyordu:
Önce bekle, sonra vur!
Bir hafta boyunca kulaklarının üzerine yattılar. Bu sürede kim ne kadar tepki verdi, ne eleştiriler yöneltti, resmi makamlar (örneğin savcılar) ne kadar harekete geçti, onu gördüler...
Şimdi ise "karşı harekâta" geçtiler...
Karaman, Yeni Şafak Gazetesi'nin dünkü sürmanşetinde "Yobazlığa Cevap... Prof. Dr. Karaman, TRT'deki dini yayınlara karşı başlatılan gerici kampanyaya cevap verdi" başlığıyla anons edilen yazısında, TRT-2'deki o söyleşinin aslında ne kadar "masum" olduğunu anlatıp, şunları söylemiş:
"Demokrasiden, çoğulculuktan, hak ve özgürlüklerden dem vurmakla beraber damarlarında mevcut bağnazlık kanının etkisi ile bunlar hep böyle yaparlar; İslam din, ahlak ve âdâbına aykırı olup kamuya açık alanlarda ortaya konan ve televizyonlara da taşınan yüzlerce program ve manzara karşısında Müslümanların gıkı çıkmaz, ama bir yerde cami mi yapılacak karşı taraf yaygarayı basar, haftada bir iki saat dini içerikli program mı yapılacak yaygarayı koparırlar."
Kavram kargaşası
Lütfen oynanan oyuna dikkat edin.
Bu oyunun adı "kavramları karıştır, içlerini boşalt, tereyağı gibi üste çık" oyunudur!
Sayın Karaman ve onun gazetesi, beni ve benim gibi düşünen herkesi, "yobaz", "gerici", "bağnaz" ve "karşı taraf" ilan ediyor!
Türk Dil Kurumu'nun Türkçe sözlüğüne göre, ilk üç sözcüğün anlamı şöyle:
Yobaz: Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen kimse...
Gerici: Çağdaş değerlere ve yeniliklere önem vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen veya eski düzeni getirmeye çalışan (kimse veya görüş), ilerici karşıtı, mürteci.
Bağnaz: Bir düşünceye, bir inanışa aşırı ölçüde bağlanıp ondan başka bir düşünce ve inanışı kabul etmeyen, mutaassıp, fanatik.
Laikliği Din olarak görme iması!
Bu tanımlamara göre "yobaz" olamam... Çünkü bırakın "aşırı dinci"liği, "dinci" bile değilim. İnanan bir insanım, o kadar.
Peki; Sayın Karaman ve gazetesi cahilliklerinden mi beni ve benim gibi laik, demokratik hukuk devletinden yana olanları "yobaz" ilan ediyor?
ADINI "ÂYET"TEN ALIP ÂYETE KÜFREDEN BAKAN
Bu ülkede "Atatürk" adı, bin bir türlü hırsızlığa, arsızlığa, ahlaksızlığa, yüzsüzlüğe, millet düşmanlığına, cuntacılığa, hukuksuzluğa, işkenceye, totaliterliğe, otoriterliğe âlet edildi, kullanıldı.
Bu ismin arkasına saklanarak işlendi en pespaye cinayetler, en nitelikli dolandırıcılıklar, hortumculuklar ve mal götürücülükler.
"Atatürk" deyince akan sular duruyordu. Birileri bunu çıkara tahvil etmeyi hep sürdürdü. Bu ismin dokunulmazlığı ardına saklananlar, kendilerini de dokunulmazlaştırdılar. Birinin lafına "Atatürk"ü kattığını duyduğum zaman, hemen cüzdanım yerinde mi diye yoklayasım geliyor.
Fakat şimdi bir de "Atatürk" adı ardına saklanarak din düşmanlığı yapanlar çıktı. İşte Milli Eğitim Bakanı'nın İslam dinince "küfür" sayılan ve bir Müslüman'ın ağzından çıkması düşünülemeyecek olan şu sözü gibi:
"Atatürk'ün sözü ayet ve hurafe değildir, akıl ve bilimdir."
Bu söz, "ayet" ile "hurafe"yi aynı kefeye koyuyor. Bununla da kalmıyor, "akıl" ve "bilim"i de karşı kefeye koyuyor.
Yani -binlerce hâşâ- "ayet"le "hurafe" aynı tutulmakla bir küfür işleniyor. Ayet, akıl ve bilim karşıtı gibi gösterilmekle bir başka küfür ve cehalet sergileniyor.
Bunu değil bir Müslüman, dinlere en küçük bir saygısı olan bir gayr-i müslim dahi söyleyebilir mi? Kur'an'a yapılan büyük bir hakaret ve iftira olan bu sözü Hıristiyan bir oryantaliste söylesek, ne tepki verirdi acaba?
Sahi, bu küfür sözü söyleyen kişinin adı neydi?
Metin!..
"Metin" kelimesinin Kur'an'da geçen bir ayetten alınmış (Zariyat suresinin 57. ayetinden) Allah'a ait bir isim/sıfat olduğunu, bu nedenle yüzyıllardır başta Türkler olmak üzere Müslüman olan kavimlerin "Metin" ya da "Abdu'l-Metin" diye çocuklarına isim olarak koyduklarını, bu küfür sözün sahibi bilmiyor mu
MÜJDE! KEMALİST “TAKVA” ERKE HUZURLARINIZDA!
26/11/2006 Mustafa İslamoğlu
Günlerdir bayram yapıyorum. İçim içime sığmıyor. Bir sevindirik oldum, bir sevindirik oldum ki, sormayın.
Zaten biliyordum “şu çılgın Türkler”in bir gün dünyaya parmak ısırtacaklarını. Hatta bundan adım gibi emindim. Hep kendi kendime diyordum ki, “Bekle ey dünya! Bir gün Kemalizm’in mucizesi semalarında parlayacak! İhtiyar suratında bir tokat gibi patlayacak! O gün aklın şaşacak, dilin tutulacak, nutkun duracak, küçük dilin boğazına kaçacak ve parmağını ısıracaksın!”
Bizimkiler bunun bir yolunu mutlaka bulacaklar; öyle olmazsa böyle, kolaylıkla olmazsa zorla, siville olmazsa askerle; ama mutlaka yapacaklar bunu!
Hislerimi bastırmasını hep bildim. Hasretimi içime gömdüm. Hep şu tür zılgıtlar yedim: 80 yıllık Cumhuriyet döneminde dünya çapında hangi bilimsel gelişmeye imza attınız? Hangi bilim dalında küresel bir başarı gerçekleştirdiniz? Ona buna hava atıp caka satma dışında, bilimde, teknolojide, felsefede, sanatta dünya çapında neyi başardınız? Böyle diyenlere karşı öfkemi hep yuttum. İçimden onlara, “Bekleyin, yakında görüşürüz!” dedim.
Sükûnetimi “Japonya 2. dünya savaşından çıktı dünyanın en gelişmişler ligine girdi, Kemalistlerin elindeki Türkiye ise 2. dünya savaşına girmediği halde Kore’nin, Singapur’un, Tayvan’ın gerisine düştü” diyenlere karşı bile muhafaza ettim. Onlara da içimden hep “Hele durun! Bizim Kemalistler bir gün mutlaka dünyaya parmak ısırtacaktır! Ben bu laflarınızı o gün geldiğinde size yedireceğim” dedim.
-Attık ya, senin dünyadan haberin yok!
-Neymiş o?
-ERKE!.. ERKE!.. ERKE!..
“Evreka! Evreka!” diye peştamalla sokağa fırlayan Arşimet gibi, akşama kadar haykıracağım; avazımın çıktığı kadar, dilimin döndüğü kadar, gücümün yettiği kadar. Bunu bir “vird” olarak çekeceğim; isterseniz siz buna “Erke zikri” deyin. Dilimden düşmeyecek.
Her hatırlayışımda Kemalizm’e olan inancım güçlenecek. Güçlenecek ya, çünkü bu bir “güç ve kuvvet makinesi”. Makinenin bu niteliği, makineye olan inancımı bile kuvvetlendiriyor. Ne hayaller kuruyorum bir bilseniz.
Mesela, makinenin yapım aşamalarını hayalimde şöyle canlandırıyorum:
Bizimkiler, makineye katkısı bulunan tüm mühendis ve teknisyen ekibini önce alıp Anıtkabire götürmüşlerdir. Götürmemişlerse, bu işe Kemalist besmele ile başlamamışlar demektir. Yok yok, mutlaka götürmüşlerdir. Ben onlara güveniyorum. Orada, Ata’dan izin almışlardır. Zaten almasalardı, böyle başarılı olmaları mümkün olmazdı.
Makinenin hammaddesini de Anıtkabire götürmüşlerdir. Yine hayal dünyamda, Anıtkabire gidemeyecek parçaların, Anıtkabir mozolesine sürülmüş bir bez ile bir iyice mesh edildiğini kuruyorum.
Bazı zevzekler çıkmış “bilimsel değil” diye kendini bilmezce laflar ediyorlar. Destur bre kendini bilmez! Sus, yoksa çarpılırsın! Bilime iman etmiş bir kadronun elinden çıkmış Atatürk İlke ve İnkılâplarına Uygun bir icadın “Bilimsel olup olmadığı” sorgulanır mı hiç? Siz kendinizi ne sanıyorsunuz? Bir şeyin bilimsel olup olmadığına siz mi karar vereceksiniz? Hem siz bilime iman ettiniz mi bakim! Kim bilir, yılda bir kez bile Anıtkabiri ziyaret etmemişsinizdir. İmanınız varsa bile eskimiştir. Böyle birinin, bilimden söz etmeye hakkı var mı?
Bazı haddini bilmezler de ERKE için “Bir enerji harcamadan bir enerji elde edilemez” diyor. Hurafe, and içerim hurafe! Tamam, icadın nasıl çalıştığını bilmiyorum, ama icadın reklamı için bir trilyonluk ilan veren Paşamız şöyle açıkladı: “Maddenin atalet özelliğinden yararlanılmıştır.” İşte burada dur!
Zira, bu işin sırrı burada. İşin sırrını bilmeyen adamlar, çıkmışlar TV’ye “Efendim olmaz böyle şey” diye lafu güzaf ediyorlar. Makine profesörüymüş. Ne profesörü olursan ol. Önce adam ol! Bak Paşamız açıkladı. Sır kavram “atalet”. Yani “ATA-let”. Bunu bile anlamayacak kadar gerzek olana ne denir ki? “Ata” var işin içinde, “ata”. Bir işe “ata” girdi mi, işin rengi değişir. Ne bileyim, Selanik’ten getirdikleri toprağı icadın karışımına koymuş olamazlar mı? Üzerine, 40 kere nutuk okumuş olamazlar mı?
Koca koca paşalarımıza laf atacağınıza, gidin öğrenin de gelin cahiller!
DEVLETİN ÎMÂNI ADALETTİR
Mustafa İslamoğlu 12/03/2006
İşte bu nedenle başta Şeyhülİslâm İbn Teymiyye olmak üzere birçok alime, şu söz nisbet edilir: “Devlet küfürle değil zulümle yıkılır”.
Devletin savcısı devletin mahkemesine sunmak için, devletin bazı memurlarının suç işlediği iddiasıyla bir iddianame hazırlıyor.
Adı üstünde, “iddianame” bu. Yani “isbatname” değil. İsbat mahkemenin işi. Savcının işi, iddia etmek ve iddiasını isbatlamak için bulabildiği tüm delilleri dosyaya koymak. Bu bilgiler arasında, ilk defa üst düzey bir üniformalı memur da var. Üniformalı da olsa, neticede memur. “Memur” demek, “milletin hizmet ve emrine âmâde” demek. Zaten maaşlarını da bu millet, kendi emrine âmâde olup hizmetinde bulunduğu için ödüyor.
İlk defa, “Üniformalı memur da, suç işlemişse yargılanabilir” diyen bir iddianame hazırlandı. Daha önce cesur savcılar çıkmadı değil. Fakat hevesleri kursaklarında bırakıldı. İşte, Adana eski Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu’nun başına gelenler. 12 Eylül darbecileri için iddianame hazırlığına girişti diye, savcılıktan atmakla kalmadılar. YAŞ-zedelere yaptıkları gibi, açlığa mahkum etmeye kalktılar. Kayasu, avukatlık bile yapamadı.
Bunun anlamı şu: “Seni sevmeyen açlıktan ölsün”.
İşte cayırtı bu nedenle koptu. İşin garibi, üniformalı bir memurun adı geçti diye cayırtı kopartanlar askerler değil, siviller. Üstelik, adaleti, özgürlüğü ve sivil hakları savunması gereken medya. Ört ki ölem!..
Şu manzaraya bakın! Dünyada başka bir yerde zor bulunur bir medyaya sahibiz. Kraldan çok kralcı, askerden çok askerci bir medya. Tabii ki, malum medyadan söz ediyoruz. Askere darbe yaptıran, darbelerin ertesinde darbecilerin postalını yalayan, bununla kalmayıp darbecilere meccani servis yapıyor. Ve tabii, sofradan kalan kırıntılar da, hizmet ve sus payı olarak bu “haki-sever” medyanın önüne atılıyor
’MÜSLÜMAN YEMEĞİ’
Emin ÇÖLAŞAN ecolasan@hurriyet.com.tr
SEVGİLİ okuyucularım, burada kutsal dinimizi sömürü konusu yapanları sık sık yazıyorum. Bunlar Müslümanlık üzerinden kişisel ve siyasal rant elde edenler. Bazıları bu yazılara tepki gösteriyor:
"Sen Müslüman değilsin... Allahsız... Yahudi... Ermeni... Rum!"
Bu tepkilerin elbette ki ciddiye alınacak yanı yok... Çünkü Müslümanım, Allah’a inanan biriyim. Ama din baronlarına, din tüccarlarına karşıyım.
Bunlar dindarları sömürenlerdir.
Şimdi bunları yazdıktan sonra konumuza gelelim. Siz bugüne kadar "Müslüman yemeği" diye bir kavram duydunuz mu? Herhalde duymadınız. Ya da herhangi bir uluslararası havayolunda ikram edilen yemeklerin din ayrımına tabi olduğuna tanık oldunuz mu?
Şimdi Türk Hava Yolları’nın internet sitesine girelim ve ikram bölümüne bakalım. Bunları kime veriyorlarsa (!) yolcuların yemek tercihleri arasında çeşitli yemekler sıralanmış: Diyabetik yemek, Doğu usulü yemek, düşük kalorili yemek, hafif yemek, laktoz içermeyen yemek...
Ve bir başkası: "Müslüman yemeği."
Bu kavramı ilk kez duyuyordum, ne olduğunu araştırdım. Bilene rastlamadım.
THY, yemeklerinde domuz eti kullanmıyor. O halde bu Müslüman yemeği nedir? Yoksa listede yer alan öteki ikramlar Hıristiyan-Katolik-Ortodoks-Protestan-Yahudi-Ermeni vesaire yemeği midir?
Ya da din sömürüsü olayının son örneği midir, değil midir?
Mehmet Y. YILMAZ myy@hurriyet.com.tr
Söylemeden önce iki kere düşünmek gerek!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu yarın Suriye’ye gönderiyor.
Başbakan şöyle konuştu: “Artık burada da sabrın son anlarına geldik ve bunun için de bu süreç içinde salı günü Dışişleri Bakanı’nı Suriye’ye gönderiyorum. Kendileriyle orada gerekli olan görüşmeleri yapacaklar. Bu görüşmelerde mesajlarımız artık kendilerine kararlı bir şekilde iletilecektir. Bundan sonraki süreç verilecek cevaba ve uygulamaya göre şekillenecektir.”
Başbakan’ın sabrının taştığı anlaşılıyor. “Biz Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü bizim Suriye ile 850 kilometre sınırımız var, akrabalık, tarih, kültür bağlarımız var. Dolayısıyla burada olanlar bitenler bizim asla seyirci kalmamıza fırsat vermez. Tam aksine oradaki sesleri duymak zorundayız, duyuyoruz ve tabii ki gereğini de yapmak durumundayız” diyor.
Hükümet, ilk günlerdeki bir bocalama dışında Suriye rejimini demokratikleşmenin yolunu açması için uyarmıştı.
Kişisel ilişkilere de güveniliyordu ama “bir diktatörle kurulmuş iyi ilişkinin ömürlü olmayacağını” da Başbakan böylece öğrenmiş olmalı.
Ancak Başbakan’ın sinirine hâkim olması gerekiyor. Suriye’deki sorun genel olarak bir insanlık sorunudur ama asla Türkiye’nin iç meselesi de sayılmaz.
Yola böyle çıkarsanız, sizin iç meselelerinizin de “akrabalık, kültür ve tarih bağı olan” başkalarının iç meselesi haline getirilmesine sesinizi çıkarmanız zorlaşır. Bu coğrafyada komşularıyla bu tür bir ilişkisi olmayan toplum var mı zaten?
“Gereğini yapacağız” sözü de söylerken iki kere düşünülmesi gereken bir söz. Belli ki Başbakan bir kez daha kendi sesinin etkisinde kalmış, konuştukça coşmuş.
“Gereğini” nasıl yapacaksınız? Libya’da olduğu gibi bir askeri müdahale ile mi? Suriye rejiminden zaten hiç hoşlanmayan ABD planlarının bir aracısı olarak mı? Bu böyle iftar rehaveti ile kolayca söylenebilecek bir söz olmamalı.
Zaten karmakarışık bir coğrafyada işleri daha da karıştıracak adımları atmak Türkiye’ye nasıl bir yarar sağlayacak?
Başbakan öyle görünüyor ki “Arap kamuoylarına oynama” işini artık biraz abartıyor!
Savcılara gözdağı mı veriliyor?
BOR, TORYUM ELİNE SU BİLE DÖKEMEZ
Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr
SIK sık duyuyoruz... Türkiye’yi toryum kurtarır."
"Bor ihya eder.""Volfram borçlarımızı öder."
Safsata...Türkiye’yi uçuracak olan maden, kömürdür, kömür... Uranyuma 5 basar!
Bakın dün, valilere ve kaymakamlara hitaben konuşan Başbakan, dedi ki:
"Nerede fakir var, nerede garip var, arayacaksın, bulacaksın... İcabında sayın valim, sayın kaymakamım, atlayacaksın kamyonun şoför koltuğuna, sen gideceksin, kapıyı çalacaksın, kömürü sen vereceksin... Bunu yaptığın gün, bu Türkiye ne olur biliyor musun? Uçar, uçar..."
Demek ki neymiş?
Veriyorsun kömürü... Türkiye uçuyor! Take off yani. Toryum ver... Uçmaz. Tezek ver, daha iyi. İster yakar, yakmazsa, duvar yapar. N’aapsın toryumu moryumu. Açalım biraz... Kaç milyon aileye kömür dağıtılmış biliyor musunuz? 8 milyon aileye. Kaç hane var Türkiye’de? 17 milyon. Yarısı. 2 kişiden 1’i.
Onun için, dünyanın hiçbir ülkesinde kömürle milletvekili olamazsın.
Burada olursun.Onun için, bankalardan fabrikalara, limanlardan telefonlara kadar her şeyi satıyorlar... Tarlaları, yolları, gölleri, nehirleri, barajları satıyorlar.
Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu ile Taş Kömürü Kurumu’nu satmıyorlar.
Satmazlar.Çünkü bu ülkede "stratejik, jeopolitik" hatta "demokratik" önemi olan ve "asla başkasının eline geçmemesi gereken" nedir?
Kömür.Geçti Bor’un pazarı...
HÁLÁ MI FARKINDA DEĞİLSİN?
HÂKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu, Deniz Feneri soruşturmasını yürüten savcılar hakkında inceleme yapmaları için iki müfettiş görevlendirdi.
İnceleme Zahid Akman ve Zekeriya Karaman’ın avukatlarının şikâyeti üzerine yapılacak.
Sanık avukatları savcıların mahkeme kararında tahrifat yaptıklarını iddia ediyor.
Müfettişler şimdi Ankara Adliyesi’nde soruşturma ile ilgili dosyaları inceliyor.
Bu soruşturmaya karşı hükümetin özel bir hassasiyeti olduğunu biliyoruz. Başbakan’ın Almanya’daki dava ile ilgili haberleri yayımlayan gazetelere karşı yaptığı boykot çağrısı da hâlâ akıllarımızda. Hatta bunu hükümet-medya ilişkilerinde bir milat olarak nitelemek bile mümkün.
Söz konusu soruşturmayı yöneten savcıları, soruşturmanın ağır yürümesi nedeniyle eleştirmiştim. Ama haklarını da yememek gerekiyor, soruşturmanın gizliliğinin korunmasında gerçekten başarılı oldular.
İddianamenin yazılmasına yönelik son girişimler ve tutuklamalardan sonra hükümetin bu işe müdahale edebileceğini düşünüyordum.
Nitekim HSYK ilk şikâyette bir soruşturma başlattı, bu savcılara verilmiş bir gözdağından başka bir şey değildir.
Çünkü sürmekte olan başka önemli davalar ile ilgili böyle bir şey yapılmadı.
Sanıkların şikâyetleri dikkate alınmadı. Adli emanete kaldırılan, savcılığın sonradan fark ettiğini söylediği belgeler ve soruşturmaların gizliliğini ihlale yönelik tutumlar incelenmedi bile.
Hatta bir gazeteci, Ergenekon soruşturması dosyasına özel konuşmalarını koyan savcıdan şikâyetçi olduğu için davaya sonradan dahil edilip tutuklandı, suçunun ne olduğunu bile bilmiyor!
Öyle görünüyor ki bu soruşturma boyunca daha çok ilginç gelişmelere de tanık olacağız.
Bekleyip görelim.
Arama Kriterleri : Thy >> Emin ÇÖLAŞAN >>
28 adet haber bulundu.
İlk Sayfa
Önceki
1
Sonraki
Son Sayfa
Arama Sonuçları
Unutmuş! 28.07.2006
DÜN aldığım çok sayıda yazılı mesajdan ikisi.Okuyucum Erdem Başdaş yazıyor: "Perşembe gecesi Regaip Kandili münasebetiyle TRT-1’de yayınlanan mevlütün sonundaki dua bölümünde hocaefendi (Amasya müftüsü) Atatürk ve silah arkadaşlarından hiç söz etmedi.AKP’nin yayın organı haline getirilen TRT sonunda bunu da yaptı veya yaptırıldı.Helal olsun!
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=4833676 Emin ÇÖLAŞAN
Yüce Divanlık uçak soruları 22.07.2004
AB’ den müzakere tarihi alabilme beklentisindeki hükümet, Fransa ve Almanya’yı kafakola almak amacıyla bunlardan 36 adet Airbus uçağı almaya karar verdi.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=243341 Emin ÇÖLAŞAN
Bir Ömer Çelik kurbanı 02.01.2007
ÖMER Çelik iktidar partisi AKP’nin milletvekili.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5712545 Emin ÇÖLAŞAN
Sultanahmet Meydanı rezaleti 14.09.2006
SEVGİLİ okuyucularım, kutsal ramazan ayı geliyor.Din sömürüsü yine hortlayacak, birileri müminlerin sırtından hem büyük paralar kazanacak, hem de siyaset yatırımı yapacak.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5087020 Emin ÇÖLAŞAN
’Müslüman yemeği’ 12.01.2007
SEVGİLİ okuyucularım, burada kutsal dinimizi sömürü konusu yapanları sık sık yazıyorum.Bunlar Müslümanlık üzerinden kişisel ve siyasal rant elde edenler.Bazıları bu yazılara tepki gösteriyor:."Sen Müslüman değilsin.Allahsız.Yahudi.Ermeni.Rum!"
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5769997 Emin ÇÖLAŞAN
"Başardılar! Enflasyon tek hane! 05.01.2007
SEVGİLİ okuyucularım, 2006 yılı enflasyon rakamları açıklandı.Adına sokak enflasyonu dediğimiz, hepimizin günlük yaşamında yüz yüze olduğu tüketici endeksi artışı yüzde 9.65 oranında kalmayı başardı!
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5728497 Emin ÇÖLAŞAN
Hünkarbeğendi uykuda! 30.06.2005
BÖYLESİ vallahi billahi gelmedi ve gelmez.Beyefendi sürekli uyuyor.Bu vatandaş hasta mıdır, başka bir durumu mu vardır, bilinmiyor.Nereye otursa horlamaya başlıyor, nereye gitse kafası yana düşüyor.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=331393 Emin ÇÖLAŞAN
Devlete saygısızlık 02.12.2005
HEP aynı olaya tanık oluyoruz.TSK’nın en üst düzey kurulu olan, Başbakan’ın başkanlığında tüm orgenerallerden oluşan Yüksek Askeri Şûra kararlarının bazılarına hem Başbakan, hem de onun emrindeki Milli Savunma Bakanı ‘muhalefet şerhi’ koyuyorlar.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=3594121 Emin ÇÖLAŞAN
Konudan konuya Türkiyem! 06.10.2006
SEVGİLİ okuyucularım, hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve olanları, başımıza gelenleri, yaşadıklarımızı dehşetle, hayretle, ibretle, utanarak izlemeyi sürdürüyoruz.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5215234 Emin ÇÖLAŞAN
Basından haber özetleri! 06.01.2007
DİDİM’de yaşayan İngilizler, devlet hastanesine yardım toplamak amacıyla bir gece düzenledi.Hastanenin başhekimi, yapılan çağrıyı reddetti ve şöyle dedi: "Ben içki içmiyorum.İçkili yerde bulunmam, içki içilen yere doktorlarımı da göndermem."
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5732570 Emin ÇÖLAŞAN
Korkunç kadrolaşma 25.04.2003
AKP hükümeti devlette korkunç, inanılmaz bir kadrolaşma hareketini sürdürüyor.Devletin çalışanları allak bullak ediliyor.Görevden alınanların yerine çoğu bilgisiz, deneyimsiz, o makamları hak etmeyen kişiler getiriliyor.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=142761 Emin ÇÖLAŞAN
Okurların feryadı 12.04.2006
ÖNÜME her gün yığılan mesajlarla inanın üç gazete çıkar.Yolsuzluk, haksızlık, vurgun, soygun, duyarsızlık, din ticareti, Türk milleti bunalmış durumda.Bugün çok özetle birkaç örnek vereceğim.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=4246947 Emin ÇÖLAŞAN
Tayyip Bey’e, yanıt veremeyeceği sorular! 12.12.2005
KENDİ sözleriyle bile sık sık çelişen, konuları bilmeyen, tarih kültüründen yoksun bir Başbakan var! Gerektiğinde Atatürk’e bile sığınıyor!
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=3640476 Emin ÇÖLAŞAN
Emin Çölaşan: Sevinç çığlıkları 07.12.2000
Emin ÇÖLAŞAN..GAZETELERDE manşetler atılıyor, ‘‘Durum çok iyi.IMF'den şu kadar milyar dolar gelecek diye!.Doğrudur, günümüzü şimdilik kurtarmış görünüyoruz.Ama gün, bir tek gün değil.Ya da bu
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-205073 Emin ÇÖLAŞAN
Açık mektup 12.08.2004
ULAŞTIRMA Bakanı muhterem Binali Yıldırım.Ankara-Türkiye.Binali Bey, şimdi bu ikinci kazadan sonra yüce kişiliğinize yine çağrılar yapılacak.İstifa etmeniz istenecek.Sakın haaa, aman haaa!
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=248979 Emin ÇÖLAŞAN
Pankart 10.10.2006
BU resim geçtiğimiz cumartesi günü İzmir’de oynanan Pınar Karşıyaka- Fenerbahçe Ülker basketbol maçında çekildi.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5235233 Emin ÇÖLAŞAN
Emin Çölaşan: İbret levhaları 25.12.2000
Emin ÇÖLAŞAN..BU gördüğünüz fotoğraf, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ.Melih tarafından kentin çeşitli yerlerine dikilen levhaları gösteriyor.‘‘Atatürk O Ç.(Zoo)’’.Yani herha
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-210652 Emin ÇÖLAŞAN
‘Herkes servetinin yüzde 20’sini bağışlasın' 14.04.2003
BU sözün sahibi, Gaziantepli işadamı Abdülkadir Konukoğlu idi.Aynı saatlerde hükümet açıklama yapıyor, maaşının yarısını zarfın içinde Bakanlar Kurulu'na gönderen (!) aziz ve muhterem memur bakanları ağlatıyordu! Hükümet vatandaştan yardım kampanyası başlatmaya kalkışıyor, fakat senaryo açığa çıkınca hadise ters tepiyordu.
Evet Emin Çölaşan tartışmalara yüksek perdenden katılan bir yazarımız bir bakalım ne demiz 10-15 yıl önce…..
DEVLET CİDDİYETİ 30.05.2003
DOĞALGAZA birkaç gün önce ve durup dururken yüzde 12 oranında zam yaptılar.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=150199 Emin ÇÖLAŞAN
BAŞIMIZA GELENLER 24.06.2006
SEVGİLİ okuyucularım, ülkemizde olanları hep birlikte izliyoruz.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=4642783 Emin ÇÖLAŞAN
FRANSA'NIN İNTİKAMI 19.01.2001
.Emin ÇÖLAŞAN..BİR parlamentodan oybirliği ile karar çıkarmak çok zo
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-218703 Emin ÇÖLAŞAN
Fiyatımız gizlidir! 11.03.2005
SEVGİLİ okuyucularım, bugün size ilginç bir olay daha açıklamak istiyorum.Ülkemizin bu kafalar tarafından hangi anlayışla yönetildiğini bir kez daha ve somut belgesiyle göreceksiniz.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=303164 Emin ÇÖLAŞAN
Ukrayna örneği 02.01.2006
TÜRKİYE tuhaf bir ülke oldu.Her şeyimiz artık yabancılara ve dışarıya bağımlı.Sanayimiz, şirketlerimiz, bankalarımız, kamu kurumlarımız, fabrikalarımız, dev tesislerimiz giderek elden çıkıyor, yabancıların eline geçiyor.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=3731154 Emin ÇÖLAŞAN
Deve 14.12.2006
İNANILIR gibi değil.Bunların sayesinde dünyada bir ilk daha yaşadık.Adamlar İstanbul’un uluslararası Atatürk Havalimanı’nda deve kestiler.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5617157 Emin ÇÖLAŞAN
Emin Çölaşan: Sabiha Gökçen 23.03.2001
.Emin ÇÖLAŞAN.ATATÜRK 'ten kalan, Atatürk 'ün anılarıyla dolu son saygın insanı da
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-233751 Emin ÇÖLAŞAN
Emin Çölaşan: Vize işkencesi 23.08.2000
Emin ÇÖLAŞAN.ANKARA, İstanbul, İzmir gibi kentlerimizde her sabah yabancı büyükelçiliklerin ve konsoloslukların önünde oluşan uzun kuyruklarda resmen vize işkencesi yaşanıyor.Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Holla
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-177087 Emin ÇÖLAŞAN
Bir sohbetin ardından 28.02.1998
Emin ÇÖLAŞAN...Sevgili okuyucularım, bazen öyle ortamlarda bulunursunuz ki, her saniyesini içinize sindirip yaşarsınız.O ortamı yıllar geçse unutmazsınız.İşte biz, önceki gece bunu yaşadık.D
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-8142 Emin ÇÖLAŞAN
Hangi özelleştirme? 01.10.1997
Emin ÇÖLAŞAN.Türkiye'de özelleştirme işinin tam bir fiyaskoya döndüğü anlaşılıyor.Son yıllarda gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin umut bağladığı özelleştirme işi bir türlü rayına oturmuyor.Ortada büyük bir laçkalık var.
ŞİMDİ DE SİYASİLERİN 2002 SEÇİMLERİNDE Kİ ACIKLAMALARINA BAKALIM
Devlet Bahceli den bir acıklama
Değerli basın mensupları
Değerli arkadaşlarım
Türk milletinin hakemliğine gidildiği bu dönemde, her siyasi partinin hangi hesapla hareket ettiğini, hangi ahlaki temelde yeni ittifaklar oluşturulmaya çalışıldığını, bu arayışlarda hangi siyasi pazarlıkların belirleyici olduğunu Türk milleti elbette izleyecek ve değerlendirecektir.
57.ci Cumhuriyet Hükümeti'nin görevinin son bulması için gerekli şartlar ve Anayasal prosedürler bilinmektedir.
Bugünkü Parlamento aritmetiğinde, Hükümeti sona erdirmek Koalisyon ortaklarının elindedir. Bunun yolu ve usulü de bellidir. Ancak, belli olmayan, seçime gidilen bu süreçte, bugünkü Hükümetin yerine ne konulacağıdır.
Yeni bir hükümet kurulması sürecinde izlenecek usuller ve belirleyici olacak demokratik teammüller de ortadadır. Hal böyle iken, bu sürecin de şimdiden yönlendirilmesine çalışıldığı ve Meclis'te birinci parti olan Milliyetçi Hareket Partisi dışında bir blok oluşturularak, bu suni birlikteliğin bir hükümete dönüşmesi amacıyla Sayın Cumhurbaşkanı'mızın da etkilenmesi için çaba sarf edildiği esefle görülmektedir.
Siyasi ahlaka sığmayan bu zorlamaların bir sonuç vermeyeceği bilinmektedir.
Bu hassas dönemde Türkiye'nin önüne bir de böyle bir Hükümet krizi çıkarılmasının ağır bir bedeli ve kestirilemeyecek sonuçları olabilecektir.
Bu bakımdan, seçimlere bugünkü hükümetle gidilmesi, bütün bu tehlikeleri bertaraf edecek yegane yol olacaktır.
Bu durumda, 57.ci Hükümet, artık Türkiye'yi sağlıklı ve düzenli bir biçimde seçime götürecek, bu anlayışla görev yapacak bir seçim Hükümeti niteliğinde görülmelidir. Bu süreçte, ekonomik program hiçbir sapma olmaksızın kararlılıkla uygulanacak, seçim hesabına dayalı uygulamalara kesinlikle izin verilmeyecektir.
Bunu da devletin kurumsal yapısı içinde sistemin unsurları garanti edecektir. Bunun teminatının şahıslarda aranması, devlet kurumu ve kavramına inançsızlığın bir ifadesi olacaktır.
Baykal Erdogan tartışması
Büyük buluşmadan hem tartışma hem de uzlaşma çıktı
Günlerdir beklenen Erdoğan–Baykal buluşmasında, iki lider, dokunulmazlığın kaldırılması ve siyasetin insan merkezli yapılması konusunda mutabakata vardı. Tayyip Erdoğan’ın konumu, CHP- İş Bankası ilişkisi, ekonomi yönetimi ve Erdoğan’ın çocuklarının aldığı burs konuları ise tartışma konusu oldu.
Kamuoyu araştırmalarının önde gösterdiği AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, dün Kanal D televizyonunda kozlarını paylaştı. Büyük buluşmaya hazırlıklı olarak gelen iki lider, program boyunca rahat görüntü vermeye çalıştı. Programın başlangıcında Baykal biraz daha gergin gözüktü. Programda yer yer tartışmalar yaşanırken uzlaşma da çıktı. İlk tartışma Erdoğan’ın genel başkanlığı üzerinde yaşandı. Erdoğan’ın genel başkanlık görevini sürdürmesinin hukuken mümkün olmadığını ileri süren Baykal, “Genel başkanlığı bırak. 3 Kasım sonrası yasağını birlikte kaldıralım.” teklifi yaptı. Bu teklifi kabul etmeyen Erdoğan ise, CHP’nin ortağı olduğu İş Bankası’nın Erol Evcil’e verdiği krediyi hatırlatarak, “Krediyi veren yönetim kurulunda bulunan üyeden ikisi sizin milletvekili adayı. Bunları nasıl izah edeceğiz?” diye sordu.
Erdoğan, Baykal’ın başbakan adayının belli olmamasıyla ilgili eleştirisine de “Ben padişah değilim. Buna ben karar veremem. Arkadaşlarımla oturur karar veririz.” cevabını verdi.
İki lider, dokunulmazlığın kaldırılması, yolsuzlukla mücadele ve siyasetin insan merkezli yapılması konusunda ise mutabakata vardı.
Uğur Dündar’ın sunduğu Seçim Arenası programında karşı karşıya gelen seçimin iki gözde ismi AK Parti lideri Erdoğan ile CHP lideri Baykal, hem tartıştı hem de uzlaştı.
İlk tartışmayı CHP lideri Baykal başlattı. Erdoğan’ın parti üyeliğinden ayrıldığı için yasalar gereği genel başkanlığının da düştüğünü savunan Baykal, “Sayın Erdoğan'la neyi tartışacağım? Milletvekili adayı, başbakan adayı değil, genel başkanlığı tartışmalı. Kapatma davası açılmış. Dünyada hiçbir ülkede başbakan adayı gizli bir seçim yapılmaz.” ifadesini kullandı. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar uyarınca Erdoğan’ın genel başkanlık görevinden ayrılması gerektiğini ileri süren Baykal, “Genel başkanlıktan ayrıl, yasağını 3 Kasım sonrası birlikte kaldıralım.” önerisinde bulundu.
Baykal’ın, “genel başkanlığı bırakın” isteğine karşı çıkan Erdoğan, “Bizden istenen karar, sadece kurucu üyelikten çıkarma idi, ben bu karara uyarak kurucu üyelikten kendim istifa ettim. Genel başkanlığıma tedbir konulmadığı için, genel başkanlıkta kalmamda bir sorun yoktu. O yüzden görevimin başındayım.” dedi.
Bu durumdan diğer partilerin rahatsız olmasını anlayamadığını kaydeden Erdoğan, şöyle devam etti: “Halk bir karar verecek, Anayasa Mahkemesi de bir karar verecek. Mahkemenin verdiği karara uyacağız.”
26.10.2002
‘Baykal gergin, Erdoğan rahattı’
AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal arasındaki tartışmayı değerlendiren Kişisel İmaj Uzmanı Özlem Çakır, “Gerek Erdoğan, gerekse Baykal bu tartışmaya çok iyi hazırlanmış. İkisi de çok rahat bir görüntü vermeye gayret etti.
Yalnız Deniz Baykal başlangıç sorularında daha gergindi. Bu da başparmaklarını birbiri etrafında çevirmesinden anlaşılıyordu.” dedi.
Tayyip Erdoğan’ın bundan önceki konuşmalarına nazaran farklı bir dil ve yeni kelimeler kullandığı tespitini yapan Çakır, “Erdoğan’ın beden dili ve el kol hareketleri daha yuvarlak ve yumuşak. Olaya hakim bir görüntü verdi” dedi. Çakır buna karşılık Baykal’ın da kendi doğasında var olan hırçınlığı kontrol altında tutarak, inandırıcı bir görüntü verdiğini belirtti. İki liderin kıyafetlerde de doğru tercihler yaptığını belirten Çakır, kamera karşısında daha iyi durduğu için Baykal’ın mavi gömleğinin iyi bir tercih olduğunu Erdoğan’ın koyu takım ve beyaz gömlek tercihinin ise Batı’da power suit denilen, gücü simgeleyen bir kıyafet anlayışı olduğunun altını çizdi.
Erdoğan, Özal’a benzemiş
Beden dili uzmanı Canten Kaya ise tartışmanın başında Deniz Baykal’ın yasaklara karşı olduğunu belirtirken çok hareketsiz durup, Erdoğan’ın çekilmesi gerektiğini belirtirken bütün vücudunun hareketlenmesinin, ilk ifadelerinde samimi olmadığını ortaya koyduğunu belirtti. Erdoğan’da ise daha önceki hırçın yapısının aksine Turgut Özal’ı anımsatan bir yapıcılık gözlemlediğini belirterek, “Rakibi ile göz teması kurması önemliydi” dedi. Kaya, programdaki bir eksikliğe de dikkati çekerek, beden dilini tam okuyabilmek için ayak hareketlerini görmenin çok önemli olduğunu ancak programın bunu sağlayamadığını vurguladı.
Siyaset Bilimci Prof. Dr. Naci Bostancı ise Baykal ve Erdoğan’ın siyasette doğrudan doğruya rakip olmadığını belirterek, “Çünkü AK Parti ve CHP’nin birbirlerinden seçmen çalması çok zor. Kulvarlar çok farklı. Buradaki rekabet daha çok prestije yönelik.” dedi. İki liderin seçim sonrası muhtemel bir koalisyonda ortak olabileceklerinin bilinciyle, birbirlerini eleştirirken iltifat etmeye de özen gösterdiklerini belirten Bostancı, “Ekranda iki sağ ya da sol lider olsaydı tartışma çok daha canlı ve dinamik olurdu.” dedi.
Zafer Özcan / İstanbul
26.10.2002
Erdoğan: Ekonomi pratiğim senden iyi Baykal: Ben de simit sattım
Ekonomideki güven kavramı tartışılırken Erdoğan, kendisinin ekonomi pratiğinin Baykal’dan daha iyi olduğunu savundu. Baykal’ı eleştirerek, “Siz bunları bilmezsiniz, siz sadece avukatlık yaptınız. Ticaret yapmadınız ve özel sektörde çalışmadınız.
Ben Anadolu’dan canlı hayvan alıp sattım. Çocukken mahalle aralarında su ve simit sattım. Ben buralardan geldim.” ifadelerini kullandı. Ticaret yapmadığı ve bu yüzden ekonominin pratiğini kendisi kadar bilemeyeceği eleştirisine cevap veren Baykal da, “Erdoğan’ın Ülker bayiliği yapması, ticarette bulunması nasıl bir avantaj bilmiyorum; ama...” iması ile sözlerine başladı. Kendisinin de çocukken simit sattığını ancak bunu siyasi propaganda malzemesi yapmadığını kaydeden Baykal, şöyle konuştu: “Ben bunu söylemeyecektim ama mecbur ettin de söylüyorum. Bu hayatın bir parçası. Ailem beni bilerek bu şekilde yönlendirdi. Antalya Kemiklik'teki Ali Osman’ın fırınından simit alarak, akşama kadar kaç simit satılacağını ve bundan kaç para kazanılacağını iyi bilirim. Ben işadamlığı değil; ama işçilik yaptım. Ekmek kazanmanın, hayat mücadelesinin ne olduğunu, eş–dost himayesine girmeden biliyorum. Türkiye’nin borçlardan nasıl kurtulacağını da ben ve kadromuz çok iyi biliyoruz.”
Erdoğan ile Baykal, milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda ise anlaştı. Erdoğan, parti programında söz konusu düzenlemenin yapılması gerektiğinin yazılı olduğunu belirtirken, Baykal’a, “Kürsü dokunulmazlığı da dahil, gelin el ele verelim, dokunulmazlıklar kalksın.” teklifini yaptı. Ancak Baykal, kürsü dokunulmazlığının kaldırılmasını yanlış bulduğunu söyledi.
26.10.2002
Başörtüsü konusunda uzlaşamadılar
Erdoğan ve Baykal, başörtüsü sorununun çözümü için toplumsal bir mutabakatın sağlanması gerektiği noktasında benzer görüşleri dile getirdi; ancak çözüm konusunda tam mutabakat sağlanamadı.
Uğur Dündar’ın, “TESEV’in yaptığı bir ankette halkın yüzde 76’sı türban sorunun çözümünü istiyor. Bu konuyu yaklaşımınız nedir?” şeklindeki sorusunu cevaplandıran liderler, ‘türban’ sorununun çözümünün toplumsal mutabakatla çözülmesi konusunda uzlaştılar. Kendi çocuklarının durumunu örnek gösteren Erdoğan, “Baba olarak söylüyorum. Siyasette farklı kulvarlarda koştuğumuz Baykal’la Parlemento’da birlikte olacağız. Başörtüsü sorununun da beraberce bir toplumsal uzlaşma içinde çözülmesi ülkemiz için çok ciddi bir rahatlamaya neden olacaktır” diye konuştu.
Erdoğan’ın, konunun bir siyasi gerginlik konusu olmaması gerektiği yönündeki yaklaşımını doğru bulduğunu belirten Baykal, ancak AK Parti liderinin yaklaşımının daha sonra Necmettin Erbakan’ın söylemi nedeniyle değiştiğini savundu. Baykal, şöyle devam etti: “İnsanlar bir takım konularda güven duymak istiyor. Bir AK Partili, bu namus meselemiz diye sordu. Konuyu birden bire tehlikeli yere çekiyor. Seçim platformunda kullanmamak gerekir."
26.10.2002
Analiz - Unvan değil gösteri maçı
‘3 Kasım seçimlerinde barajı aşmasına kesin gözüyle bakılan iki partinin lideri kozlarını paylaşacak’ düşüncesiyle ekran başına geçenler hayal kırıklığına uğradı.
AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve CHP lideri Deniz Baykal, unvan maçına değil de gösteri için ringe çıkmış boksörler gibi birbirlerini fazla incitmemeye özen gösterdiler. Her iki lider de “bu hırçın ve uzlaşmaz” eleştirilerine muhatap olmamak için yoğun çaba sarf etti.
Erdoğan ve Baykal, dün akşam derslerini fazla çalışmamış göründüler. Birbirlerini sıkıştırabilecekleri konularda verdikleri bilgiler net değildi. Erdoğan, İş Bankası; Baykal ise belediye ihaleleri ile ilgili iddialara dokunup geçtiler. Programa, yeterince bilgi toplamadan çıktıkları izlenimi oluştu. Zaman zaman yükselen tansiyon, elbirliği ve Uğur Dündar’ın katkılarıyla yatıştı. Baykal’ın Yunus Emre ve Mevlana gibi İslam büyükleri yanında İkbal ve Seyyid Kutub’a atıf yapması dikkat çekti. Ülkeyi elbirliği ile yönetebilecekleri, sorunların çözümüne birlikte katkı yapabileceklerini ifade etmeleri, siyasi uzlaşma adına olumlu bir fotoğraftı.
Türkiye’nin, farklı siyaset projesine sahip insanların uzlaşabilmelerine ihtiyacı var. Karşılıklı nezaket ve özen de sevindirici. Ancak farklılıkların sıfırlanması ve örtbas edilmesi de çok sağlıklı değil. Dünyada örnekleri yaşanan ve doğal olan, benzerlerin bir araya gelip ittifak yapmaları. Biz ise benzerlerin husumeti, zıtların ise zorlamalarla bir araya getirilmesi sorununu yaşıyoruz. Sosyal demokratlar, merkez sağ partiler, milliyetçi yapılanmalar, kendi aralarındaki kavgayı bitirmek için çaba sarf etmiyorlar. Belki 4 Kasım sabahı ortaya çıkacak tablo bu birliktelikleri mümkün kılabilir.
Bülent Korucu
26.10.2002
Liderler programdan memnun ayrıldı
Program bitiminde Erdoğan ve Baykal, tokalaşarak birbirlerini tebrik etti. Stüdyo çıkışında basın mensuplarına programı değerlendiren iki lider de memnuniyetini dile getirdi.
Baykal programın gayet iyi ve faydalı geçtiğini belirtirken, Erdoğan, “Türk demokrasisine çok ciddi katkısı olan bir program oldu. Temennim o ki bu, aynı zamanda ekranları kavga yapılan, çirkin, hoş olmayan ifadelerin kullanıldığı yerler olmaktan çıkarmıştır. Böyle sevgi ve saygı çerçevesinde ülkenin geleceğini aydınlatmaya yönelik programlar olsun.” dedi. Basın mensuplarının yönelttiği “Sormak isteyip de soramadığınız bir şey kaldı mı?” sorusuna Baykal’ın verdiği, “Kendisini gayet sağlıklı gördüğümü, en ufak bir hastalık emaresi göstermeden dinamik bir şekilde programı sürdürdüğü için memnuniyetimi ifade edecektim ki Uğur Bey programı bitirdi.” cevabı dikkat çekti. “Bir basın kuruluşuyla ilişkisinin kimle olduğunu hatırlatacaktınız. Hatırlatabildiniz mi?” sorusuna da Baykal, şu cevabı verdi: “Gizli bir içeriği olmadığı anlaşıldı. Genel, afaki bir değerlendirme olduğu anlaşıldı. Hiçbir temeli olmadığı görüldü.”
Erdoğan’a ise, “Baykal sizi çok sağlıklı bulduğunu söyledi. Siz Baykal’ı nasıl buldunuz?” sorusunu, “Sayın Baykal her zaman sağlıklı.” şeklinde cevapladı. Televizyon binası çıkışında ise AK Partili bir grup, Erdoğan’a sevgi gösterisinde bulunarak, “başbakan Erdoğan” sloganları attı.
26.10.2002
Kaynaklar
6-http://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/248/index.html
7-http://arsiv.zaman.com.tr/2002/10/26/politika/butun.htm
8- http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-267019 Emin ÇÖLAŞAN
|