|
|
|
Genç Yazarlarımız |
|
Reklam |
İMAN ETMEDİKCE CENNETE GİREMEZSİNİZ, BİRBİRİNİZİ DE SEVMEDİKCE İMAN ETMİŞ OLAMAZSINIZ!
H.z. Muhammed
Adrese Git |
|
|
|
TORBA YASA HAKKINDA DİSK'İN GÖRÜŞÜ |
TORBA YASA HAKKINDA DİSK'İN GÖRÜŞÜ
29 Kasım 2010 tarihinde TBMM’ye sunulan “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”, iş kanunundan, sosyal güvenliğe kadar pek çok alanda, önemli değişiklikleri gündeme getirmektedir. Toplam 113 maddeden oluşan, gerekçeleriyle 163 sayfa olan bu değişiklik tasarısında, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 29 maddesi; 4857 sayılı İş Kanununun 7 maddesi; 4474 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunun 6 maddesi değiştirilmek istenmektedir.
Büyük oranda emek alanını ilgilendiren bu düzenlemelere ilişkin olarak, 4857 sayılı İş Kanununun Üçlü Danışma Kurulu başlığını taşıyan 114. maddesine göre, çalışma barışının ve endüstri ilişkilerinin geliştirilmesinde, çalışma hayatıyla ilgili mevzuat çalışmalarının ve uygulamalarının izlenmesi amacıyla hükümet, işçi ve işveren konfederasyonları arasında etkin danışmayı sağlamak üzere üçlü temsile dayalı olarak kuruluşmuş bulunan Üçlü Danışma Kurulu’nun hiç bilgilendirilmemesi, taslakların konfederasyonlara gönderilip görüşlerinin bile alınmaması manidar olduğu kadar, ülkemizin taraf olduğu Üçlü Danışmaya İlişkin 144 sayılı ILO Sözleşmesine ve sosyal diyaloga aykırıdır.
Toplumun büyük bir bölümünü yakından ilgilendiren bu değişiklik tasarısı Anayasa değişikliklerinde, bu tür konuların görüşüleceği yer olarak, büyük bir iddia ile Anayasal bir kurum haline getirilen Ekonomik Sosyal Konsey’in de gündemine getirilmemiştir.
Bu durum, katılımcılık, sosyal diyalog konusunda dile getirilen iddialarla çelişmektedir. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan taslak, büyük oranda sermaye kesimlerinin beklentilerini yansıtan bir öze sahiptir.
Özellikle, ulusal istihdam strateji belgesi çalışmaları kapsamında sermaye kesimleri tarafından dile getirilen, asgari ücretin düşürülmesi, esnekliğin yaygınlaştırılması gibi öneriler, taslakta kendisine yer bulmuştur. Taslağın özellikle gençlerin istihdamının teşvik edilmesi amacı ile oluşturulduğu iddia edilen düzenlemeleri, gençlerin açık sömürüsü üzerine inşa edilen bir büyüme modelinin taşlarını döşemekte ve vicdanları rahatsız etmektedir.
Torba yasa ile yapılan düzenlemelerle, eksik ve yetersiz istihdam edilenlerin (gizli işsizlerin) sayısı artacak, yarı zamanlı ve geçici çalışma yaygınlaşacaktır. Bu tasarı ile insan onuruna yaraşır nitelikli ve güvenceli işler yaratmayı bir hedef olarak koymak yerine, esnek çalışma biçimlerini yaygınlaştırmaya ve gençlerin sömürüsünün yaygınlaştırılmasına çalışılmaktadır.
Tasarı ile Türkiye’nin en büyük sorunu haline gelen işsizliğin çözümüne yönelik, emek kesiminin taleplerine karşı sessiz ve duyarsız kalınırken, işsizliğin temel sorumlusu olan ve kriz döneminde hükümetin bile tepkisini çeken işveren çevrelerinin talepleri bir emir olarak kabul edilmektedir.
Tasarıda kadınların ve gençlerin istihdama katılımının artırılmasına yönelik geliştirilen önermeler, çalışma yaşamına en acımasız koşullarda katılan bu kesimlerin, iş talebini artıracak bir içeriğe sahip değildir. İnsan onuruna yaraşır bir iş talebinin göz ardı edildiği koşullarda, stajyer sömürüsünün artırılması, deneme sürelerinin uzatılması, kısmi zamanlı çalışma ile eksik zamanlı ve yetersiz istihdamın yaygınlaştırılması, asgari ücretin düşürülmesi gibi uygulamalardan, bu kesimler lehine sonuçlar çıkarmak büyük bir yanılgı olacaktır. “İş beğenmeme” olgusu Türkiye çalışma yaşamının bir parçası haline gelmiştir. Gerçekte sorun iş beğenmeme değil, çalışma koşullarının tatmin edici olmamasıdır. Gençler ağır çalışma koşulları ve düşük ücretler yüzünden çalışma yaşamına dâhil olmaktan uzak durmaktadır. Bu gerçeği göz ardı etmek sorumluluğu, yine kişilerin üzerine yıkmaya çalışan bir anlayışın ürünüdür.
Torba yasa ile stajyerlik adı altında işe yeni giren işçilerin daha fazla sömürülmesine olanak tanıyan düzenlemeler genişletilmektedir. Bir yandan Meslek Yüksek Okulları da stajyer sömürüsü kapsamına alınırken, diğer yandan stajyerlik için uygulanan asgari ücret 229 TL’den 178 TL’ye çekilmektedir. Bilindiği gibi aday çırak, çırak ve öğrencilere ödenecek ücretler her türlü vergiden müstesnadır. Stajyer çalıştıran iş yerleri için çalıştırılması gerek işçi sayısı sınırı 20’den, 5’e çekilmekte, böylelikle denetimin en az olduğu alanlar stajyer sömürüsüne açılmaktadır. Yani bir yandan ucuz emek sömürüsünün bir biçimi olan stajyerlik uygulaması genişletilmekte, ödenecek ücretler ise düşürülmektedir.
Kısa çalışma ödeneğinin genel ekonomik krizler yanında sektörel ve bölgesel krizlerde uygulanabilmesine imkân tanınmaktadır. Böylelikle işçilerin ücretlerinin, işsizlik fonundan karşılanması yaygınlaşacaktır. Sermayedar, işçi çalıştıracak ama “kriz koşullarında”, karşılığını daha sonra fona geri ödemeksizin, çalıştırdığı işçinin ücreti işsizlik fonundan karşılanacaktır.
Tasarının 63. maddesi ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Çağrı Üzerine Çalışma” başlığını taşıyan 14. maddesi tamamen değiştirilmekte, madde başlığı da “Çağrı üzerine çalışma, evden çalışma ve uzaktan çalışma” olarak düzenlenmektedir.
Kısmi süreli çalışmanın yaygınlaşmasını kolaylaştırıcı uygulamalarda, dünyadaki benzer örnekleri düşünüldüğünde tedirgin edicidir. İnsanlar kısmi süreli çalışma ile asgari ücretin altında bir ücretle çalışmak zorunda kalmaktadır. Türkiye çalışma hayatı açısından çok ciddi kuralsızlıkların ve denetimsizliklerin yaşandığı bir ülkedir. Buna rağmen atipik istihdam biçimlerin yaygınlaştırma çabası iyi niyet taşımamaktadır. Çalışma sürelerinin, aylık ücretli izinlerin AB standartlarına yükseltilmesi konusunda herhangi bir girişim gündeme gelmezken çözüm olarak sunulan bu düzenlemeler kaygı vericidir. Kısmi süreli çalışanlar eğer emekli olmak ya da işsizlik sigortası fonundan yararlanmak isterse aldıkları kısıtlı ücretle ayrıca prim ödemek zorunda bırakılmaktadır. Sermayenin primleri değil, bu primler devlet tarafından karşılanmalıdır.
Esnek çalışma biçimlerinden biri olan çağrı üzerine çalışmaya ilave olarak evden ve uzaktan çalışma uygulamaları da ilave edilmektedir. Esneklik uygulamalarının iş kanuna yeni çalışma biçimleri ile girmesi, esnekliğin yani kuralsızlığın bir kural haline getirilmesini amaçlamaktadır.
Kişinin çalışma yaşamına sadece kendisine ihtiyaç duyulduğunda dâhil olduğu, sosyal ve ekonomik haklarını iş gücüne dâhil oldukları bu geçici sürelerde kullanabildikleri bu tip düzenlemeler yetersiz istihdamın artırılmasını amaçlamakta, işsizliğin gizlenmesi anlamına gelmektedir.
Tasarının 62. maddesi ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 15. maddesinde, bütün işçiler için azami iki ay olan deneme süresi 25 yaşın altındaki işçiler için azami dört aya çıkarılmakta olup, bu genç işçilerin ayrımcılığa maruz bırakılmaktadır. Bu Anayasa’nın eşitlik ve pozitif ayrımcılığı düzenleyen 10. maddesine de aykırıdır. Bu düzenleme Türkiye’nin yeni sermaye birikiminin gençlerin daha fazla sömürüsü üzerine kurulmaya çalışıldığının somut ifadesidir. Deneme süresi için farklı uygulamaların yapılması uygulamanın “deneme” amaçlı olmadığının somut ifadesidir. Bu madde ile amaçlananın gençlerin sömürüsü ve güvencesizliğin gençlere dayatılması olduğu açıkça görülmektedir. Yine yasa ile Asgari ücret 16-18 yaş arası için 599 TL’den 518 TL’ye düşülerek, gençler ciddi bir hak kaybına uğratılmaktadır.
Tasarının 63. maddesi ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30. maddesinde yapılan değişiklikle, maddeye yapılan eklemede yer alan “…Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işverenin başvurusu üzerine işin niteliği veya teminde güçlük nedeniyle işyerinde özürlü çalıştırma konusunda güçlük yaşanıp yaşanmayacağını karara bağlar…” cümlesi, idari bir kararla, işverenlerin özürlü istihdam etme yükümlülüklerinden kurtulmalarına yol açabilecek, özürlü istihdamını fiilen ortadan kaldırabilecek bir düzenlemedir.
Tasarının 64. maddesi ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 63. maddesinde azami iki ay olarak belirlenmiş denkleştirme süresinin turizm işletme belgesine sahip işyerleri için dört aya çıkarılması gündemdedir. Bu özellikle turizm dönemlerinde işçilerin ağır koşullarda çalıştırılmasına olanak tanımaktadır. Bunun anlamı birkaç kişinin yapacağı işin bir kişinin üzerine yıkılması ve turizmde istihdamın azalmasıdır. Aynı zamanda bu uygulama ile işçilerin fazla mesaiden kaynaklı hakları gasp edileceği gibi, düzenleme Bu Anayasa’nın kanun önünde eşitliği düzenleyen 10. maddesine de aykırıdır.
Tasarının 65. maddesi ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 91. maddesine eklenen bir fıkra ile iş ve toplu iş sözleşmesinden doğan bireysel alacaklarına ilişkin şikayetlerin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölge müdürlüklerinde görevli memurlarca yapılmasının önü açılmakta, Hükümetin yönetmelik değişikliği ile yapmak isteyip, Danıştay engeline takılan değişikliği yasa yoluyla yapmak istemektedir. Uzmanlık isteyen denetim ve inceleme işinin ve yetkisinin düz memurlar eliyle yaptırılmak istenmesinin hukuka ve çalışma yaşamının gereklerine uymadığı açıktır.
Tasarının 65. maddesi ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesinde yapılan değişiklikle, “…İş müfettişi tarafından düzenlen raporların ve tutulan tutanakların işçi alacaklarına ilişkin kısımlarına karşı taraflarca onbeş gün içerisinde yetkili iş mahkemesine itiraz edilebilir. Süresinde itiraz edilmemesi veya iş mahkemesince itirazın reddine karar verilmesi halinde raporda veya tutanakta belirtilen alacak kesinleşir...” hükmü getirilmekte olup, bu hükümde yer alan kısa itiraz süresi nedeniyle hak kayıplarının yaşanacağı açıktır. Zira, işçilerin alacakları, işverenlerin, yanlı veya eksik belge vermesi nedeniyle eksik ve yanlış hesaplanabileceği gibi, çalışma süresi, ücretin miktarı vb. tartışmalı hususların bulunduğu ve bir yargılama sonucunda ispatlanabilecek durumlarda bir işçinin 15 gün içinde İş Mahkemesine itiraz etmemesi halinde, bu eksik ve yanlış hesap kesinleşecek, işçiler mağdur olacaktır. Bu nedenle maddenin eski halinin korunması daha uygundur.
Yine tasarı ile İl özel idareleri veya belediyelerin (bağlı kuruluşları hariç) sürekli işçi kadrolarında çalışan “ihtiyaç fazlası” işçilerin, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına atanması gündeme getirilmektedir. Bu düzenleme onbinlerce belediye işçisi açısından ciddi sorunlar yaratacaktır. “İhtiyaç fazlası” tanımlamasının hangi kriterlere dayandırılacağının belirsiz olması, kişilerin rızası dışında bu düzenlemenin hayata geçirilmeye çalışılması, kişi hak ve özgürlüklerinin ihlali anlamına gelmektedir. Aynı zamanda ataması tekemmül ettirilen işçiler, çalıştıkları kurumlarınca atama emirlerinin tebliğini izleyen günden itibaren beş iş günü içinde yeni görevlerine başlamak zorundadırlar. Bu süre içinde yeni kurumunda işe başlamayan işçilerin atamaları iptal edilmektedir. İnsanlık dışı bu uygulamanın, işçileri yıldırmak ve istifaya zorlamak anlamına geldiği açıktır. Bu kapsamda işçi nakleden mahalli idarelerin nakil sonrasında oluşan işçi sayısında beş yıl süreyle artış yapılamaması, buna karşı hizmet alımı yoluna gidebilmesi, taşeronlaşmanın yaygınlaştırılması amacını taşımaktadır. Kadrolu çalışanlar, sürgün edilecek, yerine taşeronlar sokulacaktır.
Ayrıca işçilerin gerçekleşmiş bulunan ve bugüne kadar ödenmemiş olan alacaklarının devir olunmayacağı hükme bağlanmıştır.
Kanun taslağında, kamu çalışanlarına yönelik kimi düzenlemelerde dikkat çekicidir. Yasanın 82. Maddesiyle ‘Başarı, üstün başarı değerlendirmesi ve ödül’ başlığı altında getirilmesi öngörülen düzenleme ile performans kriterleri gündeme getirilmekte böylelikle çalışanlar arasında rekabeti arttırılması, çalışma barışının bozulması, dayanışma ve ortak çalışma kültürünün ortadan kaldırılması kolaylaştırılacaktır.
657 sayılı devlet memurları kanunun 125. maddesinde tanımlanan ve sendikal hak eylemlerinin işten atma nedeni olarak belirlendiği hükümler taslakta korunmakla kalmamakta, ayrıca grev vb. yasaklar arasında sayılan “engelleme” ibaresi ‘kamu hizmetlerinin yürütülmesini engelleme’ şeklinde ele alınarak kamu emekçilerinin sendikal hak arama yollarına getirilen sınırlandırma genişletilmektedir.
Konfederasyonumuz, işsizlik fonunun sermaye için seferber edilmesine, gençlerin daha fazla sömürüsüne, esneklik dayatmalarına, asgari ücret sefaletine karşı torba yasada yer alan bu hükümler, sosyal adalet ilkesi ve insan onuruna yaraşır iş kavramı ile çelişkili olduğu gibi, bu kadar kapsamlı değişiklik içeren düzenlemelerin, sosyal taraflarca yeterince tartışılmadan, alelacele bütçe nedeniyle sıkışık TBMM gündemine alınmasının, doğru olmadığını, ülkemiz çalışma ilişkilerinde, sosyal hayatında ciddi olumsuzluklara yol açacağını düşünüyoruz.
Bu nedenle ve kamu borçlarının yeniden yapılandırılması ile ilgili toplumda büyük beklenti oluşturulduğu için, Kanun Tasarısının buna ilişkin ilk 21 maddeyi içeren, ilk dört kısımın TBMM’de ele alınmasını, Kanun Tasarısının beşinci kısımının (22 ila 112 maddeler) tasarıdan ayrılmasını talep etmekteyiz.
|
|
|
|
|
Reklam |
“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur."
M.Kemal Atatürk
Adrese Git |
|